Paylaş

“İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin ‘saygı ve korku ile yumuşaması’ zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı.”[1]

 

Dinimizin ilk emri olan “oku” her cenahta farklı bir karşılık bulmuştur.  Kimileri okuma eylemini akademik eğitim ile bağdaştırırken, kimileri de okuduğu her kitabı “oku” emrinin karşılığı olarak değerlendirmiştir. Kur’an’ın kastettiği mana ise bu iki yorum için de mümkün gözükmemektedir.  Zira Kur’an’ın inzal olduğu toplumda ne akademik bir eğitim vardı ne de yaygın bir yazılı kültür. İlahi vahyi getiren melek, ilahi olandan başka neyin okunmasını isteyebilir ki?

“Oku” emri her şekilde anlaşılmasına rağmen, anlaşılması gerektiği gibi anlaşılamamıştır. Zira Allah tarafından indirilen yüce kitabın yalnızlaştırılmasının başka bir açıklaması olamaz. Özel günlerde hatırlanan, kabir başlarında okunan bir kitaptan çok ötede olan, kendi tarifiyle insanlık için uyarı, müjde, öğüt olan bir kitaptır. Peki Kur’an’ın bu öğüt olma fonksiyonunu ne kadar işletebiliyoruz hayatlarımızda? “Oku” emri sadece telaffuzdan ibaret bir eylem mi? Eğer öyle ise Mekke’deki statüko sahiplerini neden bu kadar rahatsız etti? Tarihte kavimlerini karanlıklardan aydınlığa çıkarmakla görevli tüm nebilerin getirdikleri hakikatler neticesinde ortak kaderi, kavimleri tarafından zulme, iftiraya, işkenceye maruz kalmış olmalarıdır. Onları, davetleri neticesinde bahsi geçen kötü muamelelere maruz bırakan şey neydi? Peygamberlerin davet ettikleri esasında toplumlarını ihya edecek, hayat verecek şeyler olmasına rağmen onları kötülükte sınır tanımayacak kadar azgınlaştıran şey neydi? Bu sorular üzerinde düşündüğümüzde “oku” emrini nasıl anladığımız ile ilgili sorunlarla yüzleşiyoruz aslında.  Sorun diyorum çünkü esas fonksiyonu eylem, hareket, dönüşüm olan bu kitap hayatlarımızda bu fonksiyonunu yitirmeye yüz tutmuş gibi. İdrakin devre dışı olduğu bir okuma, Kur’an’ın eylem yönünü gizlemektedir. Böyle bir okumanın meyvesi ise maalesef amelsiz/ahlaksız Müslüman bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün neredeyse her evde Kur’an bulunuyorken, her evde Kur’an bir şekilde okunuyorken asr-ı saadeti inşa edemiyoruz. Kur’an’ın aydınlığını ya süslü kılıflara hapsediyoruz ya da söyleyeceklerini sessize alıp onu tilavet etmekle yetiniyoruz.

“Göklerden inen yağmur ölü toprağa can verir. Göklerden inen vahiy ise ölü kalplere can verir.”[2] Yağmurun toprağa can verdiği gibi, Kur’an’ın ölü kalplerimize can vermesine, çiçeklendirmesine ihtiyacımız var. O’nun rehberliğine, yoldaşlığına ihtiyacımız var.  Bu nedenle Müslümanlar olarak Kur’an’a nasıl bir değer biçtiğimize, hayatlarımızda ne kadar rol verdiğimize tekrar göz atıp ilahi vahye hak ettiği değeri, hak ettiği şekilde vermemiz gerekmektedir. Niyetlerimizi adam akıllı sigaya çekip öyle yönelmeliyiz rahmet olacak Kitap’a. Güncel tartışmaların malzemesi olsun diye, ileride gerçekleşecek olan falanca hadiseyi haber versin diye değil; sadece bizleri dosdoğru yola ulaştırsın diye idrakimiz açık bir şekilde okumalıyız.


“Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın

başından başlayabilirim.”[3]

[1] Hadid Suresi, 16. Ayet

[2] Nouman Ali Khan

[3] İsmet Özel

Tefsir talebesi | Arada yazar, canı sıkılınca çay içer.

3 thoughts on “Okuyalım Ama Nasıl?

  • 2 Kasım 2021 tarihinde, saat 15:06
    Permalink

    Kaleminizin ve başarılarınızın devamını dilerim.

    Yanıtla
    • 3 Kasım 2021 tarihinde, saat 17:33
      Permalink

      Teşekkür ederim

      Yanıtla

Yorum yap