Nereden kaynıyor hayat ırmağı,
Bu durmaz karanlık akış nereye?
Annem mi
Açılan mezar kucağı
Ebedi geceden bakış nereye?

Gönlümde yıldız yok
Gözümde ışık
Emeller rüyalar karmakarışık

İmanım!
Neredesin gel karşıma çık
Bu derin girişten
Çıkış nereye?

Anne sana bu mektubu Zambia’dan yazıyorum…

Bu arada alışkanlık oldu bende, sana ilk seslenişlerim hep şiir.

Aramızda bir kaç değil çok kilometreler var hesaplayamadım. Uzun ve yorucu bir uçak yolculuğundan sonra varabildim. Yerleşmek zor olmadı. Alışmaksa kolaydı. Ama şimdilik mutluyum anne. Burada akrabalarımız var biraz siyahiler ama uzaktan akrabayız işte… Her ne kadar birbirimizi anlamasakda. Sakın gel deme, yanlış yaparsın deme. Yanlış bir adımdan dönmek mümkün olabilir. Ama atılmışsa bir kere, onun da edindiği bir hatırası olacaktır. Bu bahar kırlarda çiçekler artık bensiz açacak. Buraların havası Ankara’nın havasına hiç benzemiyor. Müziği ise asla.

İlk gece toplanmış ateş etrafında müzikli bir eğlence vardı. Sonraları acıklı bir müzik çalıyordu ve ben ağlıyordum. Anlıyordum ki duygulanıp ağlamak için dilini bilmeye gerek yoktu çünkü bütün acılar aynı dilde yaşanıyordu. Acılar zamanla geçmez, zaman acılarla geçer diye bir dipnot daha düşüyordum geceye.

Sabah biraz etrafı gezmek istedim. Çarşısı pahalı mı ucuz mu anlamadım. Avm de bulamadım, zaten giyinmek de moda değil burada. Tam tersi öyle don mon yok, avret mahalli açık dolanıp duruyorlar ay’a ve güneşe karşı bizim akrabalar. İşte bu yüzden burada tekstil de tutmaz. Gerçi bizim orada tuttu da ne oldu tesettür mağazaları adı altında farzlar tarz’lara dönüşüp Allah’ın emri yerine yaz ve kış kreasyonları çıktı. Bırak böyle kalsın burada anne. Tecavüz, sarkıntılık da yok buna karşın, galiba televizyon kültürü gelişmemiş. Bence gelişmemişlik burada bir ayrıcalık. Zira gelişmedikleri için sıkıntılarda az. Ahlakları, aileleri bozan, milletin özendiği uğrunda koca bulamadığı diziler yok galiba bundan, şimdilik çözemedim ama yakında yazarım sana.

Zambia’yı gezerken bir tane mescit buldum. Böyle kocaman kaç kubbesi var sayamadım minare desen dolu. Şaka şaka annecim. Küçücük, mütevazı, peygamberimizin ilk yaptığı Küba mescidi gibi toplam dört saf alıyor ama hepsi her vakit dolu. En önemlisi de cemaati de sahabe gibi içten mazlum ümmi. Birde bunlarda sandalye ve tabure yok anne bu aralar Türkiye’de moda oldu. Biraz kiliseye benzetmişler ama Allah’tan diyanet el koydu da karizmamızı kurtardı. Tuvaletlerde çok sade, öyle pisuar falan yok. Gerçi Diyanet ayakta bevletmeyi yasaklamıştı hatta necis demişti. Ama öyle şatafatlı yaptığı kendi binasında her yerde pisuar koymuş. Fetvayı veren pisuara gidiyor anne. Bizde necasetten taharet te yok. Öyle necis necis dolanıyoruz akrabalarla işte.

Geçen gece zor da olsa bir televizyon seyrettim. Haberlerde Avustralya’da çok su tükettiği için öldürülen develerden bahsediliyordu. Sonrasında oluşan seller, felaketler zinciri. Herkesin aklına geldiği gibi benim de aklıma Hud Suresi’nin 64 ve 65’inci ayetlerini getirdi.
“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın gönderdiği deve. Onu bırakın Allah’ın mülkünde otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi, yaklaşan bir azap yakalar.”
Bu ayeti bu olaya yoran Müslümanlar, peki hesapsızca öldürülen diğer hayvanların Allah’ı yok mu? Savaşlarda katledilen çocukların, kadınların, masumların Allah’ı yok mu? Allah sadece develerin mi intikamını aldı/ya da alabiliyor? Her olayda kendine pay çıkarıp olayı Allah’a havale eden, ardından mucize bekleyen mehdici zihniyet ve kendini İslamcı sanan zavallılar. Geçen günler de İdlip’te soğuktan ölen çocuğun Allah’ı yok mu, ya da ona uygun ayet mi bulamadınız? Ya da deniz aşırı memleketlere iltica etmek isteyen Aylan bebeğin cansız bedenini Allah görmedi mi? Lütfen Allah’ı ve Kuran’ı kendi emellerinize göre kullanmayın. Hâsılı anne aklımda yine deli sorular. Bu olayı nasıl yorumlamam gerektiğini gece yıldızlara bakarak düşünmem gerekiyor.

Anam sana ve aileme bol selam, unutma oğlunu buralarda. Rüyanda olsun gör beni. Zaman buldukça sana yazarım ana.

 


Abdulkadir KONYA             

Yorum yap