Paylaş

Eşit olmamanın doğal karşılanması üzerine kurulan dengede, dengeler bozuluyor. Bir haber sitesinde* yer alan habere göre kadınlar evlendikten sonra yalnızca kendi soyadlarını kullanabileceklerdir artık. Bunun için şu aşamada evlendikten sonra mahkemeye başvurması gerekmektedir.

Yapılan açıklamada: “Eşitlik mücadelesinde önemli önemsiz yoktur. Yaşamın her alanında eşitlik sağlanıncaya dek ısrarımız devam edecektir. Bunun kanuni bir düzenleme olabilmesi için bu yönlü davaların artması bir ihtiyaçtır. Erkeğin soyadını değil kendi soyadınızı öncelemeniz bir birey olarak en doğal hakkınız.” sözlerine yer verildi.
Evlendikten sonra kadının soyadının değişmesinin sorun olarak görülmesini analiz ederken ilgili yazıda kullanılan bazı ifadelere dikkat çekmek istiyorum:
Eşitlik Mücadelesi
Kanuni Düzenleme
Soyadı
Öncelemek
Birey Olmak
Doğal Hak
Kadın Hayatındaki Değişiklik(lere İtiraz)

“Kadın ve erkek arasında neden farklılıklar var ve bu farklılıklar sahip olunacak hakları neden etkiler” sorusu günümüzde önem kazandı.

Farklılıkların yaşamı daha güzel ve hatta estetik kıldığı bilinen bir durumdur. Üstümüze alelade bir kıyafet giyerken bile renk tonlarının farklı olmasına dikkat ederiz. Doğadaki güzelliği algılamak için bile renklerin farklı olmasına ihtiyaç duyarız. Hatta aslında canlılar arasındaki çeşitliliğin varlığını ve bu çeşitliliğin arasındaki uyumu Tanrının varlığı ile açıklarız. Daha da ileri giderek Tanrının varlığının delili olarak kabul ederiz.

RUM SURESİ/22: “O’nun (varlığının) delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.”

RA’D/4: “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış (çatallı ve çatalsız) hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına farklı kılarız. İşte bunlarda, akıl eden bir toplum için dersler vardır.”

Dünya üzerinde, çeşitlilik ve farklılığın oluşturduğu uyum ve dengeyi ihlal eden canlı insanoğludur diye düşünüyorum.

EN’AM/165: “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur.”

“Derecelerle üstün kılmak” ile kast edilen şey farklılık olsa gerek. Çünkü fiziksel güç, maddi güç, farklı bazı yetenekler insanın Allah katında veya insanlık düzleminde daha değerli oluşunu değil bir hikmet gereği farklı oluşunu işaret eder.

İlahi Hitapta muhatap “insan” olduğu için, genel anlamda insanlar arası farklılıklara ve özelde kadın-erkek arasında bulunan farklılıkların meydana getirdiği sorunlara değinelim.

Cinsler arasındaki farklılıkların kaynağı inanç ve ideolojiler değildir temelde. Belki inançlar var olan dengenin ve zamanla oluşan uyumun devamını öncelemişlerdir. Diyebiliriz ki, doğal yaşamın kendisi, insanın fiziksel ve biyolojik tabiatı, derece farklılıklarını doğurmuştur. Duygu, düşünce, fiziksel güç, yetenekler, ilgiler alanında başlayan “farklılıklar” sosyal yaşamın dinamiklerinin etkisi ile “üstünlükler”e dönüşmüştür.

Erkekler, tarım ve hayvancılığın ön plana çıktığı yerleşik yaşamda, savaşların önem kazandığı asker-toplumlarda, sahip oldukları özellikler nedeni ile (fiziksel güç, cesaret, dayanıklılık vb.) daha ön plana çıkmışlardır ve sosyal anlamda önem kazanmışlardır.

“Göz önünde olan ön plana çıkar” psikolojisi ile, sosyal yaşamda ve dış sahada erkeğin öne çıkması onun önemini arttırmıştır. Hatta diyebiliriz ki bu durum dinleri ve inançları da etkilemiştir. Peygamberlerin erkeklerden olması, ilahi hitap formlarının daha çok erkeğe dönük olması, hatta erkeğin sahip olduğu sosyal rollerin ve görünürde sağladığı ayrıcalıkların te’yid edilmesi bizi bu şekilde düşünmeye sevk etmektedir.

Erkek olmanın önem kazanması bir yanılgıyı da beraberinde getirmiştir: “Erkeğin daha önemli ve değerli olduğu” yanılgısı…


Farklılıkların sosyal dengede kendisine bir yer bulması ile farklı olan cinslerden birinin asli olarak daha değerli olması birbirine karıştırıldı.


Dinlerde bile bu sorun baş gösterdi ve hatta erkeğin daha değerli oluşu algısı müntesiplerinde yer etti. Daha önce de belirttiğim gibi dinlerde var olan değerler Tanrının kendi zatı ile ilgili değerler sistemi değildir; insanlar ile ilgili olan makul ve dengeli değerlerdir. Sahip olduğu özellikleri ile ön plana çıkanlar, inisiyatif sahipleri aynı zamanda imtiyaz sahibi de olunca; inisiyatif ve imtiyaz değerli olmak halini aldı.

Yolun sonunda ister vahiy dinleri eksenli organize olan toplumlarda olsun ister farklı inanç ve ideolojilere göre şekillenen toplumlarda olsun dünya şimdiki halini aldı. Ve itiraz edilmeye başlanan o dünyada erkek kadından, yöneten yönetilenden, büyük küçükten daha değerli hale geldi. Her doğan, içinde doğduğu ortamı önce “olması gereken” ve normal kabul eder. Ancak zamanla, olanın olması gerekmediği; olmayabileceği ve hatta olması gerekenin daha farklı bir şey olduğu anlayışı yaygınlık kazanınca tarihi dengeler sarsılmaya başlar.

Ne gariptir ki, değişime karşı duruşlarda söylem, inanç ve değer temelli bir şekilde yürütülmeye çalışılır. İmtiyaz ve inisiyatif sahipleri bunu “İlahi onay” ile de açıklamaya çalışırlar. Daha doğrusu sosyal konumlarını ve rollerini Tanrı vergisi ve onaylı bir üstünlük olarak açıklarlar.

Konuyu toparlamadan önce bir kaç tespite yer vermek istiyorum:
• Tarihi ve sosyal olaylarda iyi-kötü, doğru-yanlış yoktur. Olanlar ve bu olanların olmasının nedenleri vardır.
• Tarih ve sosyoloji geriye dönmez. Yani insanoğlu; evlerde ve binalarda yaşamayı sevmedik, hiç sağlıklı değil; mağaralara geri dönelim, dememişlerdir.
• Yerleşik yaşam sosyal-sınıfsal bir sürü soruna yol açtı, tekrardan avcı toplayıcı döneme geri dönelim, dememiştir.
• Krallıklara, padişahlıklara, imparatorluklara, askeri fetih sistemine geri dönelim dememiştir.
• İşçilik ve memurluk sistemi ekonomik değil diye resmi köleciliğe geri dönelim de dememişlerdir.

Bu nedenle özelde “kadın sorunu” adı altında baş gösteren tüm sorunlarda aynı ilkeler geçerli olacaktır. Yani zamanın ve yaşam tarzının değişmesi ile birlikte başlayan yeni talep ve sorunlara karşı eski değer yargılarımıza, kadim sosyal organizasyonlarımıza geri dönelim ve o eksende yaşamı sürdürelim denemez. Dense bile karşılık bulmaz.

• Eşit olmayanların “eşit olmamasının doğal karşılanması” dengesi üzerine kurulan eski dünya değişti ve yeni bir dünya var artık. Bu yeni dünyada bir şeyin binlerce yıl devam etmiş olması ve uyum-dengenin bunun üzerine kurulması önemli değildir. Yeni dünyanın kadınları eski dünyayı çağrıştıran değer ve dengelerin devamını gerekli görmemektedirler.
• Yeni dünyanın çocukları da yeni şeyler istemektedirler. Değerleri değiştiği gibi değer üretme şekilleri de değişti.
• Yeni dünyanın inanırları da Tanrılarından yeni şeyler istemektedirler. Tanrıya ihtiyaç duyma hissi ve ihtiyaç alanları da değişti.
Bilineni tekrar edip listeyi uzatmaya gerek yoktur.

Yaşam bireyselleşince “Sosyal Denge” ilkesi önemini kaybetti. Bireysel imkânların artması, insan insana olan iletişimi ve muhtaçlık duygusunu da zayıflattı. Sosyal-duygusal-ilişkisel düzlemde var olan değişimler “denge ve uyum” yerine eşitliği ve kişisel hak taleplerini ön plana çıkardı. Bu eşitlik algısında soyun devamı artık erkeğe ait değildir. Dolayısı ile soyadı erkeğin olmayabilir.

Artık sosyal değişimler ve devamlılıklar inançlara-değerlere-hakikatlere-doğrulara göre değil “kanuni düzenlemelere” bağlı olacaktır. Bir şeyin kanuna bağlı olmasının haricinde “yasal temelinde” başka bir neden aranmayacaktır. Kanunlar da talebe bağlı olacaktır. Taleplerde “doğal hak” prensibine dikkat edilecektir.

“Doğal Hak” kavramı ucu açık ve belirsiz diye eleştirilebilir. Ancak zamanın birinde, efendinin cariyesini satması ya da onunla birlikte olmayı tercih etmesi “hakkı” nasıl doğal bir hak olarak kabul gördü ise yeni doğal haklar da ortaya çıkacaktır ve bu çok doğaldır.

İşin özü yeni dünyada insan türü, hayatında kendisini etkileyen her şeyi sorgulama ve yeniden düzenleme hakkını kendisinde görmektedir. Bu konuda tarihsel ve kültürel sınırlara bağlı kalma ihtiyacı hissetmemektedir.

Şu an için bu konuda kadınlar, mücadelelerin kompleksli bir şekilde “eşitlik mücadelesi” olarak yürütmektedirler. Çünkü onlar da mücadelelerini sosyal sorunların çözülmesi açısından değil, daha değerli ve önemli olma/görülme mücadelesi olarak yürütmektedirler. Tarihsel sorunlara saplanmanın etkisi ile empati ve duyarlılık yetilerini yitiren bu kesimlerin, yeni bir dengeyi oluşturduklarının ve bunun domino etkisi yaratacağının farkında olduklarını düşünmüyorum. Aslında bunu umursamıyorlardır da.

Eşitlik ve doğal hak adı altında talep ettikleri şeylerin kendilerine ve sonraki nesle olan etkisi zamanla belli olacaktır. Değil mi ki, bizler geçmişi ancak “geçmiş” geçtikten sonra sağlıklı bir şekilde değerlendirebildik. “Şimdi”nin hak taleplerinin etkisini ve talep sahiplerini nereye sürükleyeceğini birlikte göreceğiz.

Süreçten memnun olmayanların fark etmesi gereken şey de şudur ki, bazen sorunu anlamak çözümden daha önemli ve önceliklidir.

* https://www.msn.com/tr-tr/yasam/yeni/kad%c4%b1nlar-evlendikten-sonra-yaln%c4%b1zca-kendi-soyadlar%c4%b1n%c4%b1-kullanmak-i%c3%a7in-nas%c4%b1l-bir-yol-izlemeli/ar-AAPHryJ?ocid=chromentpnews

Görsel Hakkında Not: Görselde Dünya insanlara ait arzu, düşünce ve “… akımlara” maruz kalmaktadır. Bu maruz kalma dengeli değildir. Farklı düşünceler ve talepler kontrolsüz bir şekilde boca edilmektedir.
Mor renk feminizm ve kadınların taleplerini temsil etmektedir.
Altta kendisini göstermeye başlayan ve yükselişte olan LGBTİ+’yı temsil etmektedir.
Üstteki siyah renk de muhafazakar düşüncenin “dünyayı kara bulutlar saracak” korkusunu temsil etmektedir.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap