Paylaş

Bir ağabeyim lise yıllarında, bana bir eleştiri yöneltmişti: “Bir konu hakkında senin bir fikrin yok mu? Neden ne düşündüğünü söylemek için bekliyorsun ki?”

O zamanlar cevap verememiştim; daha doğrusu ne diyeceğimi bilememiştim. Çünkü, gerçekten de tartışma ortamlarında insanlar taraflara bölünüyordu ve her biri inanarak kendi fikrini savunuyordu. Belki de karşı çıkacak kadar cesur değildim o yaşlarda. Cesaret yaşla ilgili değildir, biliyorum.

Hatırladığım şey ise, tarafları dinlediğimde, savundukları şeyden ziyade gerekçeleri daha çok dikkatimi çekiyordu. Yani haklı oldukları tarafları görebiliyordum. Galiba bunun nedeni, “TARAF” değildim. Haklı olmaları benden bir şey koparmıyor ve haksız olmaları da bana bir şey kazandırmıyordu.

Bu yazıyı kaleme aldığım esnada hatırladım ki, aynı durum üniversite yıllarında da oluyordu. Hocalarımız bir konuyu “ya A ya da B” şeklinde sınıfa sunarlardı ve sınıf ikiye bölünürdü. Sıra bana geldiğinde de A ve B’nin doğru taraflarını dile getirme ihtiyacı hissederdim.

Taraf olmayan bertaraf olur! anlayışının revaçta olduğu o günlerde de durduğum yer sorun olarak görülüyordu.

En yakın arkadaşıma: “Neden ille de bir cemaate dahil olmam gerekiyor ki? Bir Müslüman birçok yeri dolaşıp farklı yerlerden istifade edemez mi?” diye düşüncemi paylaştığımda bunun olamayacağını, doğru olmadığını anlatmaya çalışmıştı bana.

Şimdi düşünüyorum da, bu sorun Müslüman toplum için kadim bir sorun aslında:
Bir Müslüman belli bir mezhebi seçmek zorunda mı?
Aynı anda birden fazla mezhebe uymak caiz mi?
“Telfik-i Mezahib” caiz mi?
Başka bir mezhebi taklit etmenin şartları nelerdir?

Bu sorular üzerine çokça yazılar yazılmıştır. İşin özü de şu demektir: Bir Müslümanın önce durduğu yer belli olacaktır. Önce konumu belli olacak ki, başkasına nasıl davranacağına karar verebilsin ve insanlar da ona nasıl davranacağını bilsin.

Sanırım kendi yaşam tarihim açısından kadim olan sorunu hala yaşamaya devam ediyorum. Daha doğrusu tarzım sorun olarak görülmeye devam ediyor.

Birkaç yıldır Düşün ve Kalk platformunda yazılar yazıyorum. Ancak uzun zamandır yazılarımın “uzun” olması konusunda geri dönütler alıyorum. Kendilerine hak da veriyorum; çünkü gerçekten de uzun yazıyorum. Özellikle internet ortamında paylaşılacak bir yazı için. Bir şey diyemiyorum; çünkü düşünceyi kısa ve öz bir şekilde yazıya aktarmak da bir yetenektir.

Ancak uzun yazmamın asıl nedeninin düşüncelerimi kısa ve öz anlatma yeteneğinden mahrum olmakla sınırlı olmadığını fark ettim. Çünkü aslında ben bir konu hakkında düşüncemi paylaşmıyorum. Düşüncemin, fikrimin, kanaatimin, iddiamın nedenlerini ve dayanaklarını yazılarıma aktarıyorum.

Galiba özümde şuna inanıyorum: Ne düşündüğüm başkası için neden önemli olsun ki?

Kendimi önemsiz biri olarak algıladığım için böyle düşünmüyorum. Kendimi ve düşüncemi birbirinden ayırarak sorgulamamı yapıyorum ve yazılar yazıyorum. Bana ait, benim ürünüm olan bir fikir veya düşünce başkasını neden ilgilendirsin ki?

Düşünce dediğimiz şey hatıralık bir eşya veya market reyonunda duran bir domates değildir ki onu alıp evimize götürelim.
Başkası benim düşüncemi neden umursasın ve ben başkasının düşüncesini neden umursayayım?

Önemli olan ve dikkate alınması gereken şey düşünce ve fikir mi yoksa bu düşünce ve fikrin nedenleri mi?

Dolayısı ile anladım ki, yazılarımda düşüncelerimi değil, bu düşüncelerin nedenlerini, altyapısını, mantıksal çerçevesini, tarihsel uzantısını ve bu düşünce ile tatmin olmamın nedenlerini yazıyorum.

Bu mantıki çerçeveyi hem yatay (mekânsal/farklı yönleri) hem de dikey (tarihsel) olacak şekilde serimliyorum. Bu da doğal olarak yazıların uzamasına neden oluyor. Ancak o zaman okuyucu benim de öteme geçerek bu düşünceyi kendisine mal edebilir ve bilerek kabul edebilir veya karşı çıkabilir.

Okurlar için yapacağım bir şey şimdilik yok; ancak bu özelliğim oğlumun canını fena halde sıkmaktadır. Çünkü bana bir soru sorduğunda verdiğim ilk karşılık sorunun cevabı olmuyor bir türlü. Bu soruyu neden sorduğu ile ilgili bir soru ile cevap veriyorum. Sıra sorunun cevabına geldiğinde de soruyu sorduğuna çoktan pişman olmuş oluyor. Yazıları bilmem ama bunun üzerine biraz çalışmam lazım.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap