Paylaş

Ülkenin ekonomik durumu yapılacaklar listesini kaldıramayacak güçteydi. Hedefleri en minimuma indirmeye karar vermiştim. “Yurtdışına seyahate çıkılacak”tan “Seyahate çıkılacak”a sonra da “Çıkılacak”a çevirdim hedef planlamamı. Sonra hiçbirini gerçekleştiremediğim aklıma geldi. Tabi aklıma yalnızca bu gelmedi. İlkokul yıllarımda sıra arkadaşımdan tut, halısaha maçında topu direğe vurmasaydım maçı kazanırdık çünkü oyun tam o arada koptu’ya kadar düşüncelere dalmıştım. Bir yandan da sinirlenmiştim. Sinirim bir eyleme dönüşmeliydi. Kağıda “Kahrolsun İsrail!” yazıp uçurtma yapıp dört katlı binanın en üst katından gökyüzüne doğru fırlattım. Bu açılan ilk isyan ateşi, yapılan ilk siyasi eylemim olmuştu. İkinci katın balkonuna düştü. Evde oturanlar uçurtmayı görüp kağıtta yazılanları okuyup polise şikayet etseler, parmak izlerimden beni tespit eder ve halkı galeyana getirmekten adıma dava açarlardı. Hemen terlikleri giyip iki alt komşum olan Ali Dayı’nın kapısını çaldım. Kapıyı kimse açmadı. Kesin ikindi namazına gitmişti. Abdest alıp camiye gittim. Cemaat toplam, hoca hariç iki kişiydi. Ali Dayı yoktu. Tekrar camiden çıkmaya karar vermiştim ki yaşlı amca: “Sen de gel oğlum, üç kişi cemaat olalım.” dedi. “Olalım amca.” dedim. Namazda kaç yıl ceza yiyeceğimi, mapusta genç ömrüm demir parmaklıklar arasında Dostoyevski okuyup geçecek diye düşündüm. Belki Allah’a tam teslim olma zamanlarımdı. İçeride bol bol Kur’an okurdum. Namazı huşu ile kılmaya başladım. Namazda uyuyakalmışım.

Yaşlı amcanın sesine uyandım. Namaz bitince ayakkabıların olduğu yere uyuyakalmışım. Beni ayakkabı hırsızı sanmışlar. Aradan tahmini on dakika kadar geçmiş. Kalkıp ayakkabılarımı giydim. Tam camiden çıkacakken sadaka kutusuna cebimdeki bozuk iki lirayı attım. Günde beş vakit var ve her gelen iki TL bozuk para bıraksa ayda caminin doğalgaz parası bedavaya gelir. Yine ekonomiyi düşünmek istemiyorum; çünkü üzerimde daha büyük bir problem var.

Eve çıkmadan kapıyı tekrar çaldım. Yine açan olmadı. Eve gelip camı açtım. İpin ucuna çengel bağlayıp ikinci katın balkonuna sallandırdım. Sonuç hep başarısız oluyordu. O sırada karşı binanın üçüncü katında perde arkasından biri beni kameraya çekiyordu. Sanırım akşam manşetlerdeyiz. Yüzüme korona maskesi takıp ipi sallandırmaya devam ettim. Bir türlü uçağa denk getiremiyordum. Arkadaşım Salih’i arayıp durumu anlattım. Bekle geliyorum dedi. Bahçeye indik. Borudan tırmanarak balkona çıkacaktık. Salih’e yedek korona maskemden verdim. Tırmanmaya başladım. Birinci kat farketti. Camını açtı ve tekmeyi vurduğu gibi bahçeye yüzüstü serildim. Hırsız sanmış.

Durumu anlattım. Balkona airpods kulaklığımın düştüğünü ve almasam yağmur sularından etkilenip bozulacağını fiyatının ise çok pahallı olduğunu söyledim. Birinci kat komşum paragöz bir adam. Biraz parayı duyunca biraz da özür dilemek maksatlı gel beraber kapısını çalalım dedi. Evde yok desem de dinletemedim. Kapısının önüne geldik. Yine kapıyı açan olmadı. Ali Dayı’nın numarası bende vardı deyip telefonunu çıkarttı. Telefonu eski yumuşak tuşlu telefonlardan. Aradı bir iki dııt sesinden sonra evin içerisinde telefon sesi gelmeye başladı. Hafif mırıldanarak vay zampara Ali Dayı dedim. Birinci kat komşum gözümün içine anlamsız bir şekilde baktı. Göz temasını hemen kestim. Kapıya daha sert vurmaya başladık. Açan yine olmadı.

Evden tornavida, çekiç, balta ve kredi kartı getirdim. Salih bu konularda iyidir. Kapıyı açmaya uğraştı. Ben Ali Dayı’nın başına bir iş geldiğini bahane ederek bu vebale giremem o kapıyı mecbur açıp kontrol etmemiz lazım diye söyledim. Birinci kat komşum ikna oldu. Salih kapıyı açtı. Evin içi karanlıktı. Pis bir koku burnumuza geliyordu. Menemen yapmışlar da altına tutmuş gibi. Ayakkabılarla içeriye girdik. Önce ara holün sonra mutfağın ışığını aça aça oturma odasına geldik. Yaklaştıkça pis koku artmaya devam ediyordu. Oturma odası kokunun zirve yaptığı yerdi. Işığı açmamla Salih’in hole kusması bir oldu. Birinci kat komşumun diz bağları çözüldü ve yere çömeldi. Ali Dayı ölmüştü. Elinin üstü, elmacık kemiği çürümüştü. Bedeninin geriye kalan kısımlarını elbisesinden dolayı göremedik. Üzerinde nokta kadar sinekler uçuşuyor ve Ali Dayıyı yiyorlardı. Hemen polisi aradım. Olay yerine kısa zamanda intikal ettiklerini perdeden yansıyan mavi kırmızı siren ışıklarından anladım. Aklıma balkondaki uçak geldi. Polisler gelmeden koşa koşa balkona gittim. Balkon kapısı kilitliydi. Pencerenin camından atladım ve uçağı aldım. Polisler içeri girmiş Salih ve birinci kat komşumu dışarı çıkarmışlardı. Bir süre camdan içeriyi izledikten sonra tekrar içeri camdan atlayarak girmenin kuşku yaratacağını düşündüğümden balkondan atladım. Yine bahçeye yüzüstü serildim. Kuşku yaratmamak gerek.

Polisler apartman ve mahalle yakınlarının ifadesini alırken karşı binanın üçüncü katından bir bayan elindeki telefonun el fenerini yanıp söndürdüğünü farkettim. Bu elimde kasetlerin var bir milyon dolar getirmezsen polise veririm diye şantaj yapar cinsten el feneri açıp kapatmasıydı. Beni videoya çekip akşam manşetlere çıkaracak apartman dairesinden bahsediyorum. Hızlıca polislerin radarından sıyrılıp binanın kapısının önüne geldim. Kapı otomatiğine basıldığından açıldı. Otomatik anlamını çok güzel kazandı. Apartmanın içine girdim. Merdivenlerden yukarı çıktığımda tahmini üçüncü kata tekabül eden kapı yarı aralık bırakılmıştı. Üstüm başım çamur eve girmek manasız geliyordu. Kapıya iki defa: “Kimse yok mu?” diye tıklattım. O bayan geldi. Onu ilk orada tanıdım. İçeri buyur dedi. Ne yapacağım hakkında fikrim yoktu. Ulan İsrail senin gibi ülke olmaz olsun! Lanet olsun Theodor Herzl! Lanet olsun Siyonizm! Başıma neler açtın!

Yorum yap