Paylaş

Bu yazı hiç kimseye cevap vermek için yazılmadı; muhatabı meraklısıdır, nasiplisidir.

Modern insan önce düşmanını yaratır; onun üzerinden ideolojisini konuşur. Ben modern bir insan değilim, en basit anlatımıyla düşünen bir insanım. Benim ahlak anlayışımda insanların sözlerini cımbızlayarak onları ait olmadıkları sulara göndermek yok. En doğrusu buna ihtiyacım da yok. O yüzden konuya balıklama gireceğim. Konum: Hümanizm.

Ben tarihi hiçbir meseleye bakarken doğu tarihi, batı tarihi, İslam tarihi, Hrıstiyanlık tarihi olarak bakmıyorum. Benim için  hepsi insanlığın ortak mirası. Ders alınması gereken, hatasıyla sevabıyla kıymetli bir yolculuk. Yoksa hikayeyi sil baştan yüzyıllar sonra tekrar yaşarız. Yani tarih tekerrürden ibarettir.

Ortaçağ Avrupa’sının baskıcı, dayatmacı bir dindarlığı ile Katolik kilisesinin bilimi, insanı ve insan aklını hiçe sayması düşünen ve sorgulayan insanların söz konusu bu dogmatizmden bunalmasına ve kilisenin tanrısına karşı yeni bir Tanrı yaratmasına neden oldu: Yeni doğan bu Tanrı’nın adı “ Hümanizm” idi. Yani insan.

Genel anlamıyla Hümanizm insan aklını, adalet ve etik kavramları temel alan bir anlayış biçimi olarak öne çıkarır. Diğer bir deyişle insanı evrende tek ve en yüksek gören bir değer olarak görür. İnsanı geliştirmek ve yüceltmeyi amaçlamak hümanizmin temel taşlarını oluşturur.

Bu açıdan baktığımızda hümanizmin bir ihtiyacın ürünü olduğunu görürüz. Dindarların, insan ve aklı üzerinde yaptığı baskıyı baz alırsak hümanizmin çıkışını çok da yadırgamamak gerekir. Yani hayat boşluk tanımaz… Yani tarih boşluk tanımaz… Yani evren boşluk tanımaz…

Bugün İslam coğrafyasında dinin üzerinde ilahi otorite gibi oturan, yargılayan, baskılayan, dışlayan, yok sayan sözde din adamlarını ve onların her gün Allah’ın adına konuşup fetva üretmelerini, kendileri için yarattıkları istihdamı ve inanan insanlar üzerinde kan emici birer sülük gibi tutunup hem inançlarını, hem akıllarını, hem de paralarını sömürdüklerini gördükçe Ortaçağ Avrupa’sını  anlamak kolaylaşıyor.

Tanrı’nın otoritesi en büyük otorite. Tarih boyunca en kanlı savaşlar sırf bu otoriteyi kullanma hakkı için yapılmış. Nemrud Dağı’nın tepesinde Kral Antiakos doğunun tanrılarıyla batının tanrılarının birbirlerinin elini sıktığı heykelleri yaptırırken de derdi aynı idi: “Tanrı’nın otoritesi”.

Kullanılmasına izin vermememiz gereken asıl şey Tanrı’nın otoritesidir. Bu otoriteyi kullanmak isteyenler karşılığında ne vereceklerini vaad ederlerse etsinler bu kapı hiçbir zaman açılmamalı.

Kim bu pastadan payını almak istemedi ki? Devletler, dinler, mezhepler, cemaatler, terör örgütleri,  eşinden itaat bekleyen koca, evladından itaat bekleyen ebeveyn…  Bunu iliklerine kadar yaşayan Avrupa’da tam da bu kargaşada can buldu Hümanizm. “Tanrı ne ister? değil. İnsan ne ister?” dediler.

Bugün eleştirdiğimiz binlerce konunun altında her şeyin insan için olduğu fikri yatar. Birkaç misal verelim mi?   Köle ticareti, deney hayvanları, doğaya verilen tahribat…

Hümanistler her şey insan için ve insan ihtiyacı içinse, o vakit din de insan ihtiyacıdır, mutlu olmasına ve kendini rahatlatmasına yarar diye dinlere de kapıyı açık bıraktılar. Birçok biliminsanının ibadetler ve inanç için “iyi hissetmeni sağlıyorsa yap/inan” demesi bu yüzdendir.

Hümanist akıl insan ihtiyacı için dine ve Tanrıya bir alan oluşturdu. Mesela Tanrı sadece Pazar günleri kiliseye gelebilirdi ya da altı günde dünyayı yaratır ve dinlenmeye çekilebilirdi. Belki de insan devasa mabedler yaparken içindeki ses şunu söylüyordu: “Tanrı’yı buraya indireceğim, burada hükmünü sürecek, burada konuşacak, ben burada Tanrı’yla buluşacağım”.

Dedim ya benim yön kavramım yok. Ben “yeryüzü size mescit kılındı.“ diyen Tanrı’ya inanıyorum.  Denilebilir ki batı dini öldürdü. Evet, bu doğru… Peki ya doğu? O da dine olan ihtiyacı öldürdü.

Hangi konuda dinden yardım alabiliyorsun? Dünyevi hangi konuyu dini merkeze alarak çözüyorsun. Kabul etmek gerekirse din bir medeniyet olarak yaşamak yerine masaların en görkemli mezesi oldu. Hızla seküler hayatın bir parçası olurken muhtemelen vicdani bir sızıyla dini tartışmak istedik.

Diyorum ki meseleyi Batı’nın meselesi görmek büyük kolaycılık.. Batı düşünen adamı engizisyon mahkemelerinde öldürdü. Doğu ne yaptı biliyor musunuz düşünmeye olan ihtiyacı öldürdü. Bakınız sosyolojinin babası İbni Haldun’a, Tıbbın babası İbni Sina’ya… Batı parlatmasa doğu çoktan yok saymıştı. Şimdi bunları yazdığım için batı hayranı olmakla mı suçlanmalıyım.

16. yüzyılda Avrupa patatesle yeni tanıştığında kilise “incilde geçmeyen bir sebze ancak şeytanın ekmeği olur” diyor ve patatesi haram kılıyor. Şimdi sormamız gereken konu, din nedir ve insanlık tarihi boyunca kimlerin oyuncağı olmuştur. Eğer gerekli sorgulamayı yapmazsak, insanlık tarihinden almamız gereken dersleri almazsak yeni batılı ve doğulu nesillere yani insan nesline ne bırakacağız? Bakın İslam coğrafyasında hızla artan deizme. Bu çocukların Tanrıyla sorunu yok. Eğer onların sesini duymazsak onlar da İslam dinini öldürecek.

İnsan aklı karıştıkça durulur, duruldukça karışır. Tarih sevabıyla, günahıyla önümüzde. Gelecek nesiller Tanrıyı nereye koyacak dersiniz?

Selam ve dua ile.

Yorum yap