Paylaş

Benim çabamla sonuç alınacağından değil ama karınca misali safımızı belli etmek açısından; Allah Resulü’ne (s.a.v.) hakaret içeren karikatürleri kamu binalarına yansıtarak mevcut fitne ateşini körükleyen Fransa yönetimini ve destekleyicilerini akla davet ediyorum. Bu tutum, çözümde yer almak isteyen ve yeni olayların önüne geçmek isteyen bir devlet anlayışı olamaz. Ancak aynı şekilde bu bit(iril)mek bilmeyen karikatür krizi ve buna benzer olaylarda kendisine Müslüman diyen kişilerin eylemlerini de Allah’a havale ediyorum. Gündem (Doğu Akdeniz krizi, Ermenistan’ın saldırganlıkları) dikkate alındığında, bu tür saldırılar ve fitne hareketlerinin planlanmış kurgulardan ibaret olması muhtemel ise de bu saldırıları ve hatta âlâsını gerçekleştirebilecek birçok “Müslüman” olduğu hatta bunlara “helal olsun, yiğidim, keşke ben yapabilseydim” diyen kardeşlerimiz olduğu da bir gerçek.
Ancak fiziksel mücadelenin şartları ve nasıl’ı  Kitabımızda belirlidir. Eğer düşmanın yaptığı gibi bir mücadele içine girip ona benzeyeceksek bu durumun sonundan nasıl hayr umabiliriz? Mümin akıllı olmak zorundadır. Eylemlerinin sonunu görmek zorundadır ve her şeyden önce de doğru olanı yapmalıdır.
Fransa ve avanelerinin tutumu zaten bellidir. Batının anlayışı, sağ duyusu, hoşgörüsü pamuk ipliğine bağlı olmuştur her zaman. Ancak ya bizim tutumumuz? Bu tür eylemlerde aklıma ilk takılan soru şu oluyor (eğer saldırılar kurgusal değil ise): Allah Resulü’nün (s.a.v.) şanı birkaç kendini bilmez karikatüristin gerçekten kalitesiz çiziktirmeleriyle azalacak kadar küçük değilken, hatta asıl hakaret bunları muhatap alıp bir de kınamak vb. iken, bahsi geçen devletlerin başkanlarının veya sahadaki komutanlarının  yüzyıllardır Müslümanlara zararı çok daha fazla iken neden bu saldırılar böyle önemsiz kimselere yapılarak özgürlük infialleri oluşturulur? Densizce konuşan bir kadını kameralar önünde tokatlayınca mı Müslim oluyoruz, Allah’a böyle mi teslim oluyoruz? (Gerçi o videonun tam ne olduğu belli değil ama… İnternette dolaşan diğer bütün videolar gibi…) Halbuki tam da orada, kameraların önünde, dinine saldıran, hakaretler eden kişinin haddini, yine bir söz ile, bir ayet ile, vakarlı bir duruş ile bildirmek varken, dünyanın en kaliteli tebliğ fırsatlarından biri tepilmiş oldu. Bizi hep öfkemizden vurmaya devam ediyorlar ve biz de her seferinde aynı tepkileri veriyoruz. “Pehlivan kimdir” rivayeti sadece bir masal bizim için. Yeni dünyanın mücadele yollarını, cihad imkanlarını hiç anlayamadık, uğraşmadık bile; tıpkı Kitabımızı veya Allah Resulü’nün (s.a.v.) siyerini anlamak için uğraşmadığımız gibi. Ha hiç gıkımızı çıkarmayalım mı, eylemler yapmayalım mı, bu adamlar hep böyle bize tepeden bakıp aşağılasın mı? Elbette hayır ama yanlış pencereden yanlış yönlere bakıyoruz galiba. Bu yüzden eylemlerimizin sonu hep cinayet oluyor. Batıdan ithal ettiğimiz ilk ve tek mücadele şekli bu oldu: Cinayet.

Bu tür fitne hareketleri tarihin her döneminde hemen her toplumda yaşanmış, yaşatılmıştır. Ufacık bir okuma ile bu konuda sinir bozucu miktarda çok veriye ulaşabiliriz. Daha şurada yakın geçmişimizde, Kıbrıs harekatında bile insanımızın bir kısmı aynı mahallede yıllardır beraber yaşadığı Rum komşularına dünyayı dar etmiş ve devlet olarak da Rum vatandaşlarımızı koruyamamışızdır.

Bir de her fırsatta verdiğimiz ama en fazla birkaç hafta sürdürebildiğimiz boykot tepkileri var ki bu tepkilerin muhatapları bu boykot sürecinden daha kârlı çıkmışlardır hep. Bedava reklam ne de olsa. Her ne kadar sermaye sürekli el değiştirse ve artık uluslararası şirketlerin milliliğinden söz edilemese de ciddi boykotlar her büyük şirketi korkutur. Ancak anlayış doğru olmayınca tepkimiz de geçici oluyor. Yoksa boykot ciddi bir tepki çeşididir ve para, doğunun da batının da ortak dilidir.

Michel Onfray’ın içeriden gümbür gümbür yaptığı bir eleştiri ile bitirelim:

“Ülkelerini bombalayıp aileleri yerlerinden ediyorsunuz, peygamberlerini çirkin şekilde çiziyorsunuz, Afrikalı Hristiyanları Mali ve Orta Afrika’daki Müslümanları öldürmeleri için silahlandırıyorsunuz. Fakat sonunda kurban olarak görünmek istiyorsunuz!”

Yazmak iyi geliyor. Müziğe ve şiire ilgim var. İşim dışında herhangi bir alanda uzmanlığım yoktur. Yazılarım sadece birer yorum, çok da anlam yüklemeyiniz. Aslen Erzurum, doğma büyüme Ankaralıyım. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şimdi Bursa'dayım. Geçinmek için memur olarak çalışıyorum. Evli ve bir oğul babasıyım. Hayattaki tek amacım insan kalabilmek. Kişisel gelişimciler kızmasın, somut bir amacım, hayalim ya da beklentim yok bu hayatta. Burası gurbet, neyi isteyip de elde etsek uçup gidiyor burada.

Yorum yap