Her insan bu dünyada türlü amaçlar için bir saniye bile duraksamadan zamanın akışına kendini bırakarak, zaman kavramında kendinden geçerek bir daha dünyada yaşananları göremeyecek bir hale geliyor. Kiminin amacı çok para kazanmak, kiminin amacı şan-şöhret peşinde koşmak, kimininki ise makam ve mevki sahibi olmak. Evrende küçük bir nokta kadar olan dünyanın içinde daha küçük bir nokta kadar yer kaplıyoruz ama kendi gözleri miz önünde amaçlarımız uğruna, sınırlı yaşamımızı feda ederken bir dakika bile düşünmüyoruz. Gerçeği düşünmeye bile vaktimiz olmuyor. Neden? Çünkü bizlerin olmazsa olmaz amaçları var, sınırlı bir dünyada sınırsız şeyler istiyoruz ve insanoğlunun tabiatından gelen doyumsuzluk özelliğine öyle bir bağlanıyoruz ki dur durak bilmeden, incir çekirdeğini doldurmayacak sebepler uğruna zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan yaşantımız sona eriyor.
Peki, ne oldu yıllarca kazanmak için çabaladığımız para, şan-şöhret, makam, mevki? Bunlar nereye gitti? Hiç oldu. Yıllarca amaçların ve açgözlülüğün uğruna feda ettiğin hayatın bir hiç oldu. Yani hiç uğruna yaşadın ve bir hiç olarak bu dünyayı terk ettin.
İşte biz insanlar kendimizi arzularımıza öyle bir kaptırmışız ki çevremizde neler yaşandığından, neler bittiğinden ve diğer insanlardan bihaber koşturmaca içinde hiç olacak şeyler için yaşıyoruz. Hepimizin tozpembe hayalleri ve arzuladığı yaşamları var peki hiçbir zaman geriye baktık mı? Biz zamanda ilerlerken, geridekiler geçmek bilmeyen zamanda açlık, yoksulluk ve savaşa karşı verdiği mücadeleyi kaybederken bunları umursardık mı?
Kendi amaçlarımız bir çocuğun canından, göz yaşından, açlıktan kendinden geçmiş bedeninden daha mı önemlidir? Eğer dünyada bu kadar yoksulluk ve katliamlar varsa bunların en büyük nedenlerinden biri de gerçekler sahnesindeki “ben” rolüdür. Eğer dünyanın en uzak ucunda dahi olsa bir çocuk açlıkla mücadele ederken, diğer ucunda bolluk ve israf içinde yaşam devam ediyorsa o çocuğun verdiği mücadeleyi kaybetmesindeki en önemli nedenlerden biri hatta belki de en büyüğü biziz. Hiçbir şeyden tatmin olmayan bencil ruhumuz ve bedenimizdir bunun nedeni. Yaşamımız bin bir yakınma ile geçiyor. Neden bizler hiç olacak ve bir gün hiçbir değer ifade etmeyecek amaçlar uğruna harcadığımız ömrümüzü biraz da dünyadaki diğer insanlar için harcamıyoruz?
Sınırlı olan dünyada sınırsız olan bir çocuğun gülümsemesidir. Bir mazlumu bir zalimden kurtarmaktır.
Günümüz dünyasının en yakın tarihine bakalım. Kaçımız yaşananlardan tam anlamıyla haberdarız? Ya da kaçımız dünyada değer ifade edecek şeyler için çabalıyoruz?
Dünya gün geçtikçe yaşanmayacak bir hale gelmeye devam ediyor, gün geçtikçe savaşlar katliamlar şan-şöhret ve para uğruna kıyılan canlar artıyor. Ama bizim kendi dünyamız güzel, bizi neden ilgilendirsin ki başka yerlerde yaşananlar. Karşılaştığım birçok tepki bu şekilde. Peki, 1.300 km uzağımızda yaşananların yarın bize yaşatılmayacağının garantisi mi var? Ama ben eminim ki ister 50 yıl ister 100 yıl olsun, gün gelecek 1.300 km uzakta yaşananlar bize de yaşatılacak. Şu anki Orta Doğu insanlarının yaşadığını ileride yaşadığımızda diğer insanlar da bizleri umursamayacak. Neden umursasınlar ki dünyanın başka bir yerinde yaşanan katliamları?
Dünyanın gün geçtikçe, insanın doyumsuzluğu ve caniliğinden dolayı daha yaşanamaz bir yer haline geldiğini, kendimiz 10 yıl önceki dünya düzeni ile şimdiki dünya düzenini karşılaştırdığımızda bile rahatlıkla görebiliriz. Gerçekler sahnesindeki “ben” rolünü üstlenmediğimiz sürece dünyanın gidişatı gün geçtikçe artan bir biçimde kötüleşmeye devam edecek. Bizler uyuduğumuz sürece, uyutanlar bizleri sömürmeye devam edecek.
Gerçekler sahnesindeki “ben” rolü üstlenmemiz dileğiyle.