Paylaş

Tanışma

Henüz otuzlu yaşların başında, içinde güçlü durmaktan bezgin bir çocuk, tutunmaya çalıştığı bir şeyler arıyordu belki de. Adını sordum, söyledi:  Mercan.

Mercan on yıllık evliydi. Çocukları olmamıştı. Çünkü cinsel birliktelikleri olamıyordu. Yatak odası kabusu olmuş gibiydi. Çoğu evli bireylerin iple çektiği akşamları o olmasın diye dua ediyordu.

Gözünde evlilik, aşk, cinsellik, doğurmak, kadınlık gibi kavramlar bambaşka karakterlere ve biçimlere dönüşmüştü. Kadın olduğunun farkında değil gibiydi, çocuk doğurabileceğine inancı yoktu, cinsellikle ilgili herhangi bir hissiyatı var mıydı, emin olamamıştım.

İçinde kayıp bir çocuk, kayıp bir benlik, bir kadın, bir geçmişle birlikte nereye gideceği belli olmayan bir geleceğe doğru yürüyordu. Aslında bir yürüme değildi bu; daha çok sürüklenmeydi. Yürürken enerjimizi dilediğimiz gibi kullanabiliriz ancak sürüklenirken kontrol hiçbir zaman bizde değildir. Yani normalden kat kat daha fazla yoruluruz. O da öyleydi işte. Normalden çok daha fazla yorulmuştu. Otuzlu yaşının çok üstünde görünüyor ve omuzundaki yüklerin altında eziliyormuş gibi duruyordu. Yüzünde herhangi bir makyaj, bakım izi görünmüyordu.  Yani vajinismusun bütün karakteristiğini taşıyordu üzerinde.

Odama geldiğinde başörtüsünün altında çekingen mi kararsız mı tam kestiremediğim duruşuyla “anlatmaya nerden başlasam” der gibiydi. Çok birikmişse öyledir zaten. Eski eşyaların tozlandığı gibi hatıralarımız, travmalarımız da tozlanıyor. Hangisinin etkisi altında olduğumuzu kendimizin de anlaması zaman alabiliyor bazen.

En sondan başladı anlatmaya. Düzensiz giden ve güven vermeyen bir ilişki, aldatılma şüphesi, ait hissetmediği bir ev, yaşam, dünya. Ait hissetmiyordu ama ait hissedeceği bir yer olabilir miydi ondan da emin değildi. Ne istiyordu, neyin değişmesini, neyin olmasını; bilmiyordu.

Böyle zamanlarda kendi biricik kimliğini bulacağı bir yaklaşımla ele alırım konuyu. Yaşamıyla kendisi arasındaki mesafe, kendisi ile çevresi ve kendisi ile kendisi arasındaki mesafeyi anlamaya çalışmalı önce. Bir kimlik kavrayışıdır bu aynı zamanda.  Misal yargılar ve korkular etkisinde kalmış cinsel kimliğine ulaşamaz ve oradan kurtarmazsanız vajinismusun tedavisine başlayamazsınız. Kendi kadınlığını kendisine kabul ettirmeden ve bunun normal olduğunu ve başarabileceğini kabul ettirmeden cinsel işlevler kısmına geçmemeniz gerekir.

Karanlık ve karamsar tablolardan oluşan korkutucu bir resim galerisinde önce kendisine ait olmayan o tablolardan kurtulunmalıdır. Sonra dayatılmış kimlikler ve davranış kümelerinden. Sonra cesaretinin kırıldığı idealize formlardan, büyütülmüş ve devasa olmuş kadınlık yüklerinden, görev ve sorumluluklarından.

Sadeleştirilmiş bir kadın figürü kendisine sıcak, sempatik ve başarılabilir geldiği zaman diğer kimlikler ele alınır. Şu andaki rollerinin içindeki kimliği kendi yaşam organizasyonundaki kimliği, geçmişten getirdiği belki kırık dökük kimliği, yakın dönemde kurban ettiği benlik algısını… Bütün bunlar bittiğinde gerçek ile hayal ettiği arasındaki farkı dramatik bir şekilde görmeye başlar.

Aslında başarı sandığı şeylerin tükenmişlik sebebi, başarısızlık sandığı şeylerin toplumsal dayatma, devasa sandığı şeylerin ufak bir toz bulutu olduğunu sonradan keşfeder. Yaşamaya alıştığı hüzün bulvarına gelmiştir sıra. Oradaki tüm dertlenmelerinin gerçek yaşamı olduğunu zanneder. Hüznün yaşamakla eşdeğer olduğuna, yaşamın gerçek tadının acı olduğuna inanmıştır yıllarca. Poz verdiği bütün fotoğraflarda başı eğik, vücudu bir yük altında kalmış gibi bir yana doğru çökmüş görünmektedir.

Sıra gerçek cinsellikle tanışmaya geldiğinde ise bütün vücudunu saran kasılmaların istem dışı ve kendiliğinden olduğunu, bunun asla değişmeyeceğini düşünürken bulursunuz kendisini. Bazı alıştırmalarla kasılmaların hafiflediğini gördüğünde şaşırmakla birlikte hâlâ haklı çıkacağı beklentisi vardır kendisinde.

“Beni kendi başıma bırakmayın hocam”

Kimlik bulma ve oluşturma sürecinde kendiyle ilgili sayıltılarının ne kadar gerçekten uzak olduğunu da deneyimlemesi gerekir. Asla yapamayacağını düşündüğü şeyleri yapabildiğini görünce ani gelen özgüven dalgalarıyla kendini bir anda bulutların üstünde görüp küçük şeyleri bile yapamadığını ya da birkaç kez yapabildiği şeyleri bir sonraki denemede yapamadığında kendisini dipsiz bir kuyuda hissedebilir.

Dipsiz kuyu ümitsizlik, karanlık ve her şeyin sona ermesi anlamına gelmektedir. İçine yerleşen o meşum ve kesif korku adeta adımlarını atamayacak gibi hissettirebilir. “Her şeye karşı ve her şeyden” ilkesi burada açıkça işlevsel görünmektedir. Küçük bir başarısızlık her şeyden soyutlarken minik bir adım her şeyle bağını kuvvetlendirebilir.

Ümit edecek kaynaklar da kendi gözünde eski önemini yitirdiği için adım atmak için birilerinin cesaretlendirmesi gerekmektedir. “Beni kendi başıma bırakmayın hocam” der bu anlarda. Çünkü bilir ki geldiği yere dönmesi imkânsızdır artık, bunu istememektedir. Gideceği yere olan inancı da destek gerektirmektedir.

Vajinismusun terapi süreci karanlık bir labirentte dolaşmak gibidir. Sorun olarak karşınıza neyin çıkacağı hep bir muammadır ve sürprizlerle doludur. Kendi ajandanızda çoğu zaman hiç beklenmedik paragraflar açılacaktır. Bu yüzden hem her şeye açık bir alanda olduğunuzu bilerek hem de bütüncül bakış açısı ile hareket etmeniz gerekmektedir.  Bu labirentte çocukluk travmaları ve ilk gece korkuları mutlaka vardır, görmezden gelinen ve ihmal edilen ego vardır, kaygılı bağlanma, gerçekçi olmayan beklentiler, orantısız duygusal yatırımlar vardır.

Dolayısıyla bu hem travma tedavisi, hem kişilik onarımı hem de çift terapisi olarak ilerleyecektir. Çoğu zaman iş birliği yapıyor gözüküp tam tersi davranan  eşler olduğu gibi kadından daha fazla talepkar ve sorunun çözümü için daha istekli partnerler de vardır. Allah’tan Mercan’ın eşi ikinci gruba giriyordu da o fark etmese bile bu durum ilerlememize müthiş katkı sağlıyordu.

Ceviz kabuğu

Bu üçlü yaklaşım içerisinde (bireysel- çift terapisi ve travma yaklaşımı) aslında en zoru bireysel değişimi sağlamaktır. Çünkü Mercan sorunların kaynağı olarak gördüğü şeylerin aslında arkasına sığındığı bahaneler olduğunu anladıkça daha önceki zırhlarından bir bir ayrılmak zorunda kalıyordu. Suçlu olarak gördüğü ne yoktu ki? Ailesinin dışlayıcı tutumları, ilk gece ile ilgili dolaşan mitler, ailesinde sorumluluk almadan yetiştirilmesi, eşinin yaptığını düşündüğü yanlışlar, bazı travmatik yaşamlar vb.

Bu sığınaklardan çıktıkça kendi ceviz kabuğunu keşfediyordu. Ben diyordu, aslında bir ceviz kabuğunda yaşıyorum ve her canımı sıkan bir şey olduğunda oraya girip cenin pozisyonunda saatlerce, günlerce kalmak istiyorum. Biri olumsuz bir şey mi söyledi: Ceviz kabuğu, kendini başarısız mı hissetti: Ceviz kabuğu, cinsellikle ilgili bir durum mu yaşıyor: Evet, orası.

İstemsiz kasılmalarının ceviz kabuğundaki Mercan’ın cenin postürü olduğunu anladığımızda artık orayı kullanışsız hale getirmek gerektiğini anlamıştık. Artık kendisi de istemiyordu bunu. Çünkü gerçek dünyada gerçek kimliğiyle yaşamak istiyordu. Çünkü kendisini güçlü görmek istiyordu artık. Artık ceviz kabuğuna çekildiğinde yaşadığı suçluluk duygusu oraya gelme sebebinden çok, neden tercihinin bu yönde olduğuyla ilgiliydi.

Güç ve kimlik

Sorunlar içerisinde boğulmuş olmadığını, travmalarının çözülebildiğini, eşiyle ilgili sorunların gerçekte kendi büyüttüğü ve ilişkilendirdiği gibi olmadığını anladıktan sonra “kendini geliştirme” üzerine odaklanabildik nihayet.

Bu seferki attığı adımlar kendi tercihi ve gücüyle atılıyordu. Sonuçlarını göze alarak ve karar sürecinde etkin bulunarak. Kendi hayatının içerisinde olması gerekenler ve fazladan yer edinenleri birlikte kararlaştırdık. Onu gereksiz yoran uğraşlarını ve yormayan, yapması gerekenleri gene birlikte kararlaştırdık. Bu yeni dünya artık Mercan’ın sahnesi olmalıydı. Ve bu sahnede artık kendi kimliği ve gücüyle olmalıydı. Başkalarının yönettiği ve istediği gibi değil.

Bundan sonrası artık bahanelere sığınmayan, ceviz kabuğuna dönmemek konusunda kararlı, yapamadığında iki kutup arasında gidip gelmeyen ve yenisi için kendine şans tanıyan bir Mercan’la çalışmak vardı. Ve en doyumsuz kısmı da burasıydı. Gerçekten karşınızda gerçek bir bireyle konuşuyordunuz. İtirazları gerçekti, bahane değildi; talepleri gerçekten gerekliydi, avunma ya da onaylanma isteği değildi.

Yüzünde kendinden emin ve gerçek bir gülümseme, duruşunda ayaklarının üstünde durduğunu belli eden bir poz ve sesinde çocuksuluk ve suçluluktan uzak bir ton vardı. Eşiyle gerçekten iletişim kuruyordu, üstünkörü ve geçiştirerek değil. Suçlayarak ya da alınmış bir şekilde değil. Kısa zamanda iyi bir mesafe kat edilmişti. Ve eşinin daha önceki görüşmelerde yüzüne yansıyan ümitsizlik ve güvensizlikten eser yoktu.

Gerçekten mutlu bir çift görmek gibisi yoktur. İnsanın hayata ve insanlara duyduğu güveni artırır geleceğe umutla bakmak için bir sebep gibidir, mutlu bir çift görmek.

Ve son seansımdaki bu mutlu çift gözümün önünden ayrılmayan muhteşem bir tablo gibiydi. Çocuklarına düşündükleri ismin benim çocuklarımdan birinin adı olacağını duyduğumda ise göz pınarlarımdan bir su damlasının aşağı doğru kaydığını söyleyebilirim.

*Hikaye gerçeği birebir yansıtsa da karakter ismi değiştirilmiştir.

*Kendisinden izin alınarak yazılmış ve paylaşılmıştır.

Yorum yap