Çayım ve ben deviriyoruz geceyi. Üzerimizdeki sessizlik ümmet-i Muhammedininkinin aynısı. Hava puslu, yağmur nazlanıyor. Rahmete muhtaç oluşumuzu hatırlıyorum haliyle. Sessizliği yok edecek kuvvette bir gök gürültüsü bekliyor yüreğim. Kan kokusunu gökten inen rahmetin getirdiği toprağın kokusundan başka ne kesebilir zaten? En son o kokuyu ne zaman aldım bilmiyorum. Betonlara isabet eden yağmurdan koku gelir mi onu da bilmiyorum. Ben çocukken yağmur çok yağardı, rahmetti işte. Sokaklar tertemiz olurdu yağmurdan. Büyüdüm ve kirlendi kalbim belki de. Belki de yağmurun rahmetini göremez oldum böylece. Bilmiyorum ama yine de yağmuru bekliyorum.
Göğe kalkmayınca eller, gökten rahmet inmez oldu. Bir de göğü delen hâmânın kuleleri var artık. Herkes en büyüklük yarışına girmiş sanki. Herkes kendi mabudunu ve mabedini bulmuş çoktan. Sevdiğim bir abi: “Kapitalizmin mabetleridir avm’ler.” demişti. Hınca hınç dolup günlerce tavaf ediliyor doğru ya. Gecelerimiz gündüz gibi ışıl ışıl; lakin ben zifiri karanlıkta kayboluyorum her geçen gün. Geçmişin masalları ile büyüyen yüreğim 3. sayfa haberlerini kaldıramıyor artık. Bir muştu bekliyorum içimdeki yaralı kuşları kanatlandıracak; kanatlandırıp göğe uçuracak.
Çayım ve ben deviriyoruz ıssız, uzun, dermansız geceyi. Ben düşünüyorum, çayım soğuyor…