Paylaş

Kritik eşikler… Blast it man!!! Hiç umut verici değilsin. Hep yeni bir gün umudunda değil miyiz şunun şurasında? “The future has come.” Gelecek geldi işte. Bir tır dolusu umudu, yarınların aydınlığını, parlaklığını, gelişmişliğini… Neyi varsa getirip koydu önümüze.

Trajediler vahşi tabiatlı antik insanın icadı değildi, her zaman vardı onlar. Katmerli ve saf kötülük;  kendine küçük dersler çıkarasın diye yer almıyordu. Kutsal kitaplar insanın ne kadar acımasız ve nankör olduklarını hikâyeden yazmıyordu. Hepsini gördün işte.

Savaş kaçkını çocukların çaresiz bakışlarını, aç insanların iliksiz kemiklerini, bombalanan yerlerde uçuşan beden parçalarını, yavrusuz annelerin çığlıklarını, annesiz yavruların çaresizliklerini… Ne varsa gördün. Geleceği kimin kurduğuna bak, sirkin sahibini orada göreceksin.

Düzen koyucuyu herkes duymadı mı? Her şey anlatılmadı mı tane tane? Gayya kuyusu, Sodom ve Gomore, Pompei, Belkıs diyarı, Babil ve Ninova, Uruk ve Ayodhya…  Duydu, anlatıldı. Anlaşılmayan neydi acaba? Denklemin dışındayken hepimiz Aslan Kralız, Musa’yız, Prens Rama’yız, Hosrov’ uz, Odysseus’uz. Peki içindeyken? Oğlumuzu bilmeden kendi hançerimizle öldürmüşsek, tüm güce sahip ve adalet dağıtmakla mükellefsek, aciz çaresizliğimizle koca Kral’ a meydan okumak zorundaysak, söz vermiş ve tek çocuğumuzu ıssız bir adaya mahkum etmemiz gerekiyorsa, amansız bir dağ başından bir küçük güvercini kurtarmamız isteniyorsa?

Bir Firavun mu oluyoruz? Ratnakar, Hades, Ehrimen? İçimizde “Briseis” in saçtığı kötücül duygular ya korkup tüm destanı kötülük rüzgarına teslim ediyor ya zalimleşip trajedinin esas oğlanı –kızı- mı oluyoruz? Günümüzde PC oyunları mı sadece: Apotheon, God Of War, Total Warrior…

Şeytanın (Vahşet) ve Tanrı’nın (Rahmet) çağrısı her zaman var. Düzen koruyucu ya da bozucu olmak arasındaki ince seçim hep karşımızda. Canının yanmasını vicdanının kanamasına tercih etmek, kendinin kaybetmesini insanlığın kazanmasına, gurursuz olmayı onursuz olmamaya tercih etmek büyük bir sınanma.

Yani büyük oyunun sonuna geliyoruz zannımca. Artık hepimizin kanıksadığı ensemizde bir kıyamet mevcut. Vahşetin her yanı saran çağrısı karşısında çaresiz gördüğümüz insanlığımızla, Rahmetin çağrısının kulaklarımıza erişmediğini sandığımız kritik eşikteyiz artık.

Ne bu perhiz gerçek Oruç, ne bu kırık sevinç gerçek bayram. Orucumuz da bayramımız da bin şahite muhtaç. Çünkü bin şahite muhtaç insanlığımız. Zulmün oluk oluk aktığı, şeytanın cirit attığı, masumların hesabının kimse tarafından sorulmadığı bir Gayya kuyusu artık Dünya’mız.

Bugün bayram öyle mi? Neyin bayramı? Cemşid’in zaferi, Firavun’un Kızıldeniz’de ölmesi, İbrahim’in ateşten kurtuluşu, Rama’nın kötülüğü yenip Sita’ya kavuşması, Akhilleus’un doğuşu?! Neyi kutlayacağız bayram olarak sahi? Tüm zalimler yerli yerinde ve güçlü iken, ağız kenarlarından masum bebeklerin kanları akıyorken, tüm mazlumlar bir kurtarıcı beklerken…

Ve hepimiz büyük vahşet altında ve onun oyuncağı iken ve beklediğimiz gelecek; bir kurtarıcıyı unutmuşken, hiç birimiz kurtarıcı olacak software ve hardware ile yüklü değilken, sarıldığımız tüm dallar Medusa’nın saçlarıyken bir bayram daha edelim haydi.

Yoksa sadece uzun süreli bir perhizin ardından yeniden Lymos’muşçasına yemeye başlayacağız.

Ne İbrahim ateşten kurtulacak, ne Musa ezilenleri zalimlerden kurtaracak. Artık beklediğimiz bir gelecek de olmadan yaşayıp duracağız.

Mutlu “Bayramlar”…

Yorum yap