Paylaş

İnsan her şeyi unuttuğunu sanıyor da; bir minik rüzgar, ufak bir koku, bir ses her şeyi başa sarıyor ya…

Bu histerikli kahkahaların kadınıyla tanıştığımda altmış yaşlarında idi: İsmi Atiye. Üç gündür sinir krizi geçiriyor Atiye. Altmış yıllık ömrünün her anını tekrar yaşıyor. Bir bakıyorum şarkı söyleyip oynuyor, bir bakıyorum elinde tutamadıklarına ağıt yakıyor. Bir şeylerle yüzleşiyor sanki; hayatla mı, yarım kalanlarla mı, vefasızlık ya da ihanetle mi?

İnsan yaşarken mi daha çok acı çeker, yaşadıklarını hatırlarken mi?

Sanırsın Atiye bir sürü hayaletle yaşıyordu. Tek tek hayaletleriyle konuşur, güler, eğlenir, kavga ederdi. Sonra ölürdü hayaletler ve ağıt yakardı Atiye.

“Sende karşılığı olmayan acıyı anlayamazmışsın” ya, hayaletler için de geçerli galiba, “hayatta korktukların, hayalet olup çıkıyor karşına.”

“Atiye’ye ne oldu?” diyorum eşine. Hep böyle miydi?

– Ara ara oluyormuş ama biz beş yıllık evliyiz, ilk defa oldu. İstanbul’a düğüne gitmişti, orada geçmişi çok açmışlar, bedeni döndü ama aklı dönmedi İstanbul’dan.

Belli, Atiye’nin hayalet sandığını açmışlar. Hani üzüntümüzü, kederimizi, kursağımızda kalan hevesimizi koyduğumuz bir sandık vardır, ceviz ağacından olmasa da. Orada uyurlar uyanacakları günü bekleyerek. Gözlerini açmaya, gün yüzü görmeye görsünler ilk günkünden daha fazla acı çektirirler insana.

Hayaletler yaramaz cinler gibidir, bir kaçtı mı topla bir araya toplayabilirsen.

Atiye ne affedecek kadar güçlü, ne hesabını soracak kadar cesur, ne de her şeyi unutacak kadar saf olamamış.

Ah bu arada kalmışlık. Birkaç gün tevekkül, birkaç gün isyan, birkaç gün sabır, delirtmiş Atiye’yi. İçinde kaç Atiye beslemiş sevgiyle, sabırla, nefretle, kinle, kıskançlıkla.

İlk delirmesini yirmi yıllık kocası, üstüne yirmili yaşlarda hafif meşrep bir kadını kuma getirince yaşamış. Önce isyan etmiş, kızmış alasıya ama bir mendil gibi kapıya konunca anlamış yerini “siz oynaşın ben her hizmetinizi yaparım” demiş demesine ama içinde bir şeyler hiç oturmamış yerine. Kaynanası “güzel değildin sen, oğlum seni hiç beğenmedi deyince” geçen yirmi yıl da yıkılmış zihninde. Bir yaprak gibi koparıp atmışlar Atiye’yi. İkinci evliliğini sırf aç karnını doyurabilmek için yapmış, iyi de bir adammış ama Atiye’nin aklı hep geride kalmış, hesabını kapatamadıklarında.

Son gittiğimde Atiye oyun havası açmış oynuyordu; nasıl keyifli kahkahalar atıyor, başörtüsünü eline almış sallıyordu, karşısında sandığından kaçan hayaletleriyle konuşuyor “nasıl güzelim, nasıl güzel” dedi ve kalp krizi geçirdi Atiye. Ah kalp nasıl taşısın onca yükü. Bundan sonrası toprağın sır tutan, sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, şefkatli kollarına kalmış.

Yorum yap