Paylaş

Babaannesinin yanında donuk ve boş gözlerle etrafı seyreden 16 yaşındaki genç kız ilgisiz şekilde içeri girdi. Kendisine gösterdiğim koltuğa isteksizce oturdu ve babaannesine bakmaya başladı. Galiba kendisi konuşmak istemiyor, babaannesinin bir şeyler anlatıp konuyu kapatmasını istiyordu.
Babaannesi biricik torununu çok sevdiğini söyleyerek başladı sözlerine. Hayatım boyunca kızımın (torununun) yanında olacağını söyleyerek devam etti. Bir intihar girişimi sonrası acilden önce psikiyatriye, ilaçlarının düzenlenmesinden sonra psikolojik destek alması için bana gönderilmişti. İçimden “neden bu yaşta biri yaşamla bağını koparmak istesin ki” Diye düşünürken 1 ay öncesine kadar altı ay boyunca yoğun bakımda uyutulduğunu, geçirdiği trafik kazasında annesini, babasını ve tek kardeşini kaybettiğini öğrendim.
Babaannesini dışarı çıkarıp baş başa kaldığımızda ise ağır bir sessizlik çöktü odaya. Kazadan hatırladığı şeyleri sordum.
-Bir ara kardeşimin ön koltuklara doğru fırladığını gördüğümü hatırlıyorum, dedi.
Kendini suçlu hissettiği herhangi bir durum olup olmadığını sorduğumda “keşke yolculuk boyunca telefonla ilgilenmek yerine durmaksızın onlarla konuşsaydım” dedi.
Bir süre ailesi ile ilgili anıları ve hissettikleri üzerinde durduktan sonra bugünü -şimdi ve burada’yı- konuşmaya başladığımızda bu kez o bana bir soru sordu:
– Bana yaşamam için herhangi bir sebep gösterin! Gösterebilir misiniz?
Ne cevap verebilirdim ki? Sessizlik uzun sürmemeliydi. Sürdürmedim.
– Bunu onlara sormalısın, dedim.
– Kimlere, dedi.
– Annenle babana dedim. Onlar şu an burada olsaydı sence ne yapmanı isterlerdi diye sordum. Bir süre ağlamasını izledim. Toparlandıktan sonra cevaplardan birini bulmuş gibiydi.


Solgun yüzlü otuzlarında bir kadın her şeyini kaybettiği her halinden anlaşılır bir şekilde koltuktaki yerini aldı. Niçin buradasınız soruma önce bir omuz silkti ve inlemeyle karışık bir ses çıkararak karşılık verdi. Hayat onun için tüm anlamını birden bire yitirivermişti. Gülmesi için hiçbir sebep yoktu. Nefes almak isteyip istemediğinden bile emin değildim.
– Terk edildim, dedi sadece.
Ne kimin onu terk ettiğine, ne nasıl bir ilişki biçimi olduğuna, ne de şu an kendisini nasıl hissettiğine yönelebiliyordu. Tarifsiz, etkileyici ve derin acısı kilitleyip bırakmıştı onu. Savurup duruyordu. Acıdan kendini çıkarıp başka herhangi bir şeye odaklanamıyordu bir türlü.
– Ne diye yaşayayım ki ben, dedi sonrasında; insan sevmeden sevilmeden nasıl yaşayabilir?
Altı yıl süren; öncesinde pırıltılı bir birliktelik sonrasında iki tarafı da zorlayan bir girdaba dönüşmüştü. İkisi de asıl oldukları kimliklerle vedalaşıp ikisini kurtarabilmek adına aşklarını kurban vermemenin derdine düşmüşlerdi. Belli ki bu kadın daha çok şeyini vermişti bu ilişki için. Öyle ki geriye dönüp baktığında kendisinin yerinde yeller esiyordu.
Uzunca bir süre aşkın kimyasından, biyolojisinden, duygusal etkileyiciliğinden bahsedip durdum. Ardından dünyada ki en büyük sınavımızın “BİTTİ” ile ilgili olduğundan, başlayan her şeyin kaçınılmaz olarak bitişinin de olduğundan bahsettim. Varoluşsaldı yani. Bitirebilmenin bizi insan ve daha da önemlisi “biz” yaptığından; devamla. Esas meselenin insanca ve onurluca bitirebilmek olduğundan da dem vurdum.
– Hadi, dedim bir ilişki nasıl en onurlu şekilde bitirilir bunu deneyelim, olur mu?
– Peki, dedi. Hiçbir inancı olmasa bile ufukta beliren küçücük bir umut şimdilik hayatta kalması için yeterliydi.


Önüme gelen bilgi notunda yazan bir detay oldukça ilgi çekiciydi. “Zaten ölmüş gibi görünüyor.” Gerçekten de karşımdaki bu ellisekiz yaşında kadın hastam yüzünde canlılığa dair emareleri bir bir karartmış gibiydi. Dört yıl önce kanserden kaybettiği kızıyla birlikte kendisi de ölmüş yalnızca dünyada kalmaya devam ediyor gibiydi. Telefonunda bütün resimler duruyordu, mesajlaşmaları, arama kayıtları, ses kayıtları, videolar her gün dini bir rituel tekrar edilir gibi üstünden geçiliyordu.
Son gün üstünde olan tişörtü yatağının sağ tarafındaki yerini aldıktan sonra yatağa giriyordu. Odası nasıl kaldıysa öyle duruyordu. “Tek bir çöpün bile yeri değiştirilmemişti.”
– Onun olmadığı bir dünyada yaşamak istemiyorum ki, siz olsanız ister misiniz, diyordu kadın.
Yüzü toprak renginde, kırışmak yerine hatalı bir şekilde gerilmiş gibi durması “ölü yüzü” gibi gösteriyordu gerçekten de. Nasıl olmasın ki? Hiçbir düğüne, nişan törenine kutlamayla ilgili hiç bir cemiyete dört yıl boyunca katılmamıştı. Her bayramda karalar bağlayıp oturmuştu. Adeta hiç gülmemiş, tebessüm bile etmeden koca bir dört yıl geçirmişti. Çalışmayan yüz kaslarının sonucu olarak da bu şekilde görünüyordu galiba. Dört yıldır “ölüm yalnızlığı” içinde yaşıyordu.
Hikayeyi yeniden oluşturmamız haftalar aldı. İlk kez acıyı gerçek haliyle ve kabul ederek yaşadı. Ve kabul ettiği zamanki o acıyı asla tarif edemedi. Biteviye bir yangına benzetti sadece.
Sonrasında bir “sembolik tören” düzenlenmesinde anlaştık. Tüm tanıdıklar bir araya gelecek, tüm videolar son kez olmak kaydıyle izlenecek, herkes sadece kızından bahsedecek ve önceden belirlenen bir yere dört yıldır birlikte uyuduğu tişört gömülecekti.
Hepsi uygulandı. Sonraki hafta benim de katıldığım bir mevlit programı gerçekleştirildi. Okunan Kur’an la birlikte ilk defa yürekten, izzetli ve asil ağlamalarını hissettim. Son geldiğinde toprak renginin yerini daha canlı bir kırmızıya döndüğüne yemin edebilirdim.


Bir sabah vaktinde bu kez anne babasına hükmetmeye alışkın bir ergen geldi odama. Anne ve babasının şikayetlerini dinledikten sonra ona döndüğümde;
– Keşke ölseydim, dedi. Gene yapacağım, gününü görecek o p.. kurusu dedi.
Hakkında küfürlü konuştuğu kişi Matematik öğretmeniydi. Önceleri adeta erotomanik bir şekilde hayran olduğu Matematik öğretmeni sonrasında kendine kıyak geçmediği, arkadaşlarını daha çok kayırdığı gerekçesiyle düşmana dönüşmüştü. En son raundda ise kızımıza hayatı boyunca unutamayacağı şeyler (çoğu sıradan olan) söyledikten sonra onu küçük düşürerek sınıftan kovmuştu.
– Ben bununla yaşayamam, böyle yaşamak istemiyorum, dedi ardından.
İçimden Matematik öğretmenine methiyeler düzerek başladım söze:
– Bak kızım…

3 thoughts on “Yaşamak İçin Bir Sebep

  • 2 Kasım 2019 tarihinde, saat 13:01
    Permalink

    Hüseyin hocam terapide öyle can alıcı sorular sorardı ki, dert ettiğim şeyin küçüklüğünü gözler önüne sererdi. Utanırdım ben bunu ne kadar da büyütmüşüm diye. Bu anlatılarda da benzer şeyler gördüm. Benim hayatımda, kişiliğimde ciddi değişiklikler oldu sayesinde. Başarılarının devamını canı gönülden dilerim.

    Yanıtla
  • 3 Kasım 2019 tarihinde, saat 11:41
    Permalink

    “Yaşamak için bir sebep ” yazısını birazda başlığına merakla okudum, nereye varır, diye. Yazıda şunu gördüm. Hakikati karşıya söyletme. Çok harika bir sistem. Çok nefis hatta çok leziz olmuş. Çünkü doğruyu karşıdakine teyit ettirme.

    Yanıtla
  • 6 Mart 2022 tarihinde, saat 13:45
    Permalink

    Bazen bazı acıların yaşanması gerekmez. Bazı insanlar var gördüğü acıları öylesine içselleştirmişler ki biliçlerinde,sanki gerçekten o acıyı çeker gibi yaşayıp durmuşlar. Türkenmekte olan birine hep en kötüyü gösteriyorsunuz ki kendi halini iyi sayabilsin diye. Bu çözüm mü? Belki. Kısa süreliğine insanları varoluşları ile ilgili kandırabilirsiniz ama bazı insanlar var ki bunlar tablo da yaşayanlar değil tabloyu izleyenler,işte onlara sadece laf gibi gelecek bu sözler. Bazı insanlar acıyı yaşamadan hisseder. Düşünmekten kendini alamaz,her saniye iyisiyle kötüsüyle düşünüp durur. Ne güzel işte demeyin. Bu düşünceler o kadar yordu ki zihnimi,bir de insanın yaşadıkça sürekli düşüneceğini bildiğim için hepten tükeniyorum. Bu kurtulabileğim bir şey değil ben varoldukça düşüncelerim de varolmaya devam edecek.

    Yanıtla

Yorum yap