Temmuzda Diyarbakır’da olmam belki de tahmin edebileceğim bir şey değildi.; ama her aşk’ın garip bir başlama hikayesi olurmuş ya ben de kendimi bu düşünceye ikna ettim çok sonraları.

Diyarbakır…
Ömer’in bile el izlerinin bulunduğu tarihi surlarının içinde sıkışıp kalmış her bir sokağında ayrı bir mistik yapı olan, artık yaşlı göğsünden bir iki damla süt akan ve tüm Mezopotamya’yı sulamaya çalışan aziz Diyarbakır…

Ben ilk temmuzda tanıştım Diyarbakır’la. Ruhumun sekinete ermesi gerekiyordu. Bile isteye bir tercih değildi; ama isminin bile o mistik yönü bana temmuzda ferahlık kattı.

Bir cuma sabahı indim Diyarbakır’a. Bir dostum sayesinde ilk kez geldiğim şehirde bir Diyarbakırlının yaşayacağı tüm ritüelleri yerine getirdik. Cuma namazı için Ulu Cami’ye gittik ve tüm Şafilerle beraber saf tuttum. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Ankara’da kapıya yakın yerlere durmaya alışkın olduğumdan burada da öyle yapmak istedim ama yeni yeni gelen cemaatin “de hayde”, “pêşda here” sözleri beni ileri attıkça attı. Ben ki farzı kılıp çıkacak adam farzın son rekâtını kılıp selam verdikten sonra sıcağın ve kalabalığın üstüme üstüme gelmesiyle yığılıp kaldığımı hatırlıyorum.

Sonrası mı? Valla sonra Ulu Cami’nin girişindeki merdivenlerde gölgeliğin altında buz gibi iki ayran içtikten sonra gözümün önü ışıdı. Hasan ağabey, o geleneksel sırtta taşınan güğümle bana iki tas ayran doldurmuş:
– Belli, yabancısın, dediğini hatırlıyorum.
– Az toplandıın? Cümlesi soru cümlesi imiş. Onu da sonra anladım; meğer son hecedeki sesli harf iki ya da üç elif miktarı uzatılınca soru cümlesi oluyormuş.

Hasan ağabeye: “Valla daha iyiyim” dedim; ama bana zorla bir şey daha verdi rengi kahverengiye çalan. Bu kaybettiğin teri, tuzu yerine getirir. Bir ısrarı yok mu? Zorla o meyan şerbetini de içirdi. Meyandan mıdır yoksa ayılacağım mı varmış bilmem ama fena ayıldım. Sonra Hasan ağabey bana meyanın faydaların anlattı ve devam etti:

– Bugün özel bir gün ‘Cuma’, biz özel günlerde dağıtırız meyanı. Sana da nasip olacakmış.

Sudan çıkmış bir balık gibi Hasan ağabeyle kucaklaşıp helalleşip ayrıldık.

Tüm Mezopotamya’yı besleyen o yaşlı göğüslerden süzülen bir iki damla süt bana da o gün nasip oldu. Nasibi bir nimete çevirebildim mi bilmiyorum; ama o günden beri her fırsatta beni kendine bayıltan şehre gidiyorum.

Şehirden, surlardan, Ulu Cami’den, Şeyh Mutahhar Camii’nden, alicenap halkından, her dem af ile nasiplenmek için.

Vesselam…

Yazar, çizer, fotoğraf çeker. Çayı sever, evli, bir kız ve bir oğul babası.

One thought on “Temmuz Diyarbakır’ı

  • 29 Temmuz 2023 tarihinde, saat 15:36
    Permalink

    Hoş…Ama neden af diliyorsunuz ki şehirlerden,surlardan?Son paragraftan bunu çıkardım onların affından nasiplenmem için…
    ?
    Güzel yazan atalarımız bizi aynı zamanda farklı duygulara batırıp çıkarıyorlar mı?Ve biz de bununla oyalanmak mı tatmin olmak mı bilmiyorum ama ?
    Masumiyet,vefa,dostluk ama bir de suçluluk ve mahcubiyet…Ve affedilmenin verdiği huzur !

    Selamlar

    Yanıtla

Yorum yap