Paylaş

“Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar…” (2/215)
“Sana haram ayı ve onda savaşmayı soruyorlar…” (2/217)
“Sana yetimler hakkında soruyorlar…” (2/220)
“Kendileri için nelerin helal kılındığını soruyorlar…” (5/4)
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar…” (7/187)

“Soruların cevabı vardır. Ya sorunların!” Başlığını tercih etmemin nedeni, düşünsel anlamda olgunlaşmamış zihinler ve dolayısı ile toplumlar yaşadıkları her sıkıntılı duruma bir soru gözü ile bakarlar ve çıkış yolu olarak da cevap ararlar.

Kur’anı incelediğimizde Peygamber Efendimize (s.a.v.) yöneltilen bazı sorulara ve o sorulara verilen cevaplara yer verildiğini görürüz. Bu sorular bazen yaşadıkları bir sorun ile ilgili, bazen de merak ettikleri bir konu ile ilgili oluyordu.

Kur’anın dile getirdiği bu soruları, salt düşünsel sorular ile karıştırmamak gerekir. Çünkü vahiy insanoğlunun davranışları ve ahlaki durumu ile ilgilenir. Dolayısı ile cevaplar doğrudan ya da dolaylı olarak bir davranışın, tutumun ortaya çıkmasını teşvik eder veya engellemeye çalışır.

Soruyu soranın içsel maksadı ne olursa olsun verilen cevap daima insan ile ilgili olmuştur. İster merak ettiği şey Allah’ın zatı olsun, ister gaybi bir konu olsun isterse kıyamet günü ile ilgili olsun fark etmez. İnsanın gündemi insan adedince olsa da vahyin gündemi insanın kendisi olmuştur. Daha iyi bir kul, daha iyi bir insan olması…

Yine Kur’anı ve Siyeri incelediğimizde “Soru ile Sorun”un bir birinden ayrıldığını görürüz. Konuyu çok uzatmadan bazı başlıklar halinde kısaca izah etmeye çalışayım.

VAHİY VE SİYERDE SORUNLARIN ELE ALINIŞ DURUMU
SORUN KİMİ İLGİLENDİRİYOR?

Sorun çözme yöntemlerinde sorduğumuz kritik bir soru vardır: Bu sorun kimi ilgilendiriyor ve dolayısı ile etkilenen kimdir?

Haram, şirk, küfür, günah gibi durum ve sorunlar aslında Allah’ı ilgilendirmiyor; yani temelde Allah’a ait sorunlar değildir; sorunun muhatabı insandır. Yani etkilenen insanoğludur. Bizatihi Allah’ın zatı bu sorunlardan etkilenmez. Yeryüzündeki hiç kimse iman etmese de bu Allah’a bir zarar vermez. Herkes günah da işlese yine zarar vermez O’na. Dolayısı ile sorunlar ve sorunların sonuçları insan ile ilgilidir. Sorun insan ile ilgili ise sorunun değerlendirmesi, çözüm yoları da insan ile ilgilidir. Allah bu soruna müdahale etmiş ve çözüm önermiş ise insanı sorundan kurtarmak için yapmıştır. Tabiri caizse gündemi kendi zatı olmamıştır, insan olmuştur.

SORUNA KESTİRME BİR CEVAP MI VERİLDİ, ÇÖZÜM MÜ ÜRETİLDİ?

Neden iman ettiğimizi açıktan haykırmıyoruz?
Neden ölümü göze alıp açıktan tebliğ etmiyoruz?
Neden Mekke’yi terk etmiyoruz?
Bu işkenceler ne zaman bitecek? Hani Allah bizimle beraberdi!
Neden Allah yolunda savaşmaya çıkmıyoruz?
Neden Hudeybiye anlaşmasını kabul ediyoruz?

Gibi itiraz içeren soruları incelediğimizde, İlahi Vahyin bunları bir soru gibi değerlendirmediğini ve yaşanan duruma bir sorun olarak baktığını görürüz.

Ortada bir sorun varsa, bu sorunun nedenleri ve geçmişi vardır. Sorunun yaşandığı ortamdaki denge vardır. Sorun ile muhatap olan kişilerin sınırları ve sınırlılıkları vardır. Sorun tek faktörden ortaya çıkmaz ve birden fazla çözüm yolu vardır.

Bazen sessiz kalıp sabretmek/dayanmak gerekir.
Bazen uygun ortamı ve zamanı beklemek gerekir.
Bazen gizlenmek gerekir.
Bazen savaşmak, bazen anlaşmak gerekir.
Bazen farklı sesleri susturmak gerekir, bazen istişare etmek…

Aslında Kur’anın yanında Peygamber’in varlığının nedeni de budur. Her sorunun ayrı bir dengesi ve çözümü olacaktır. Aynı tür sorunun farklı zamanlarda farklı çözümleri de olacaktır. Bu çözümlerin uygulama sahasına çıkması sırasında uygulayıcı modele ihtiyaç olacaktı. Bu görev de Peygamberlere verildi.

Sarhoş edici içkiler haram mı helal mi? Sorusunun cevabı Mekke’de farklı Medine’de farklı oldu. Vahiy bu konuya soru muamelesi yapmadı. Bir sorun olarak ele aldı. Nedenlerini ve sorunun dinamiğini göz önünde bulundurarak çözümü sürece yaydı. Son sözü söylemeden önce bir sürü adım attı.

Faiz, evlilik, boşanma, miras, talak, zina, şirk, küfür, savaş gibi konuları sorun olarak değerlendirmiş ve çözümü sürece yaymıştır.

Faizi yasaklamadan önce Medine kardeşliği, Medine Pazarı, Yahudilerin konumu ve etkisi, Uhud Savaşı ve ganimet elde etme süreçlerini yaşamış ondan sonra çözümü ortaya koymuştur. Soruya da artık net bir cevap vermiştir.

HÂKİMİ OLMADIĞIN ŞEYİN HÜKMÜNÜ VEREMEZSİN

Ne demiştik: “Hâkimi Olmadığın Şeyin Hükmünü Veremezsin!”

Peygamber Efendimiz bir bilgiye, bir cevaba, bir çözüme sahip değilse genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir. Ta ki, göklerden bir çözüm ve cevap gelene kadar. Bu nedenle çok fazla soru sorulmasını istememiş, var olan makul çözümü uygulama konusunda ashabı serbest bırakmış veya vahyin gelmesini beklemiştir.

ŞARTLARIN DEĞİŞMESİ İLE BİRLİKTE CEVAP VE HÜKÜM DE DEĞİŞMİŞTİR

Peygamber Efendimizden duyulan sözlerin (Kur’an Ayetleri haricinde) yazıya aktarılmasının engellenmesi, kabir ziyaretinin engellenmesi, kurban etlerinin üç günden fazla saklanmasının engellenmesi, Mut’a nikâhı ile birliktelik yaşama, müşrik ile evli kalma gibi konular hakkındaki hükümler şartlara bağlı olarak değişmiştir. Dolayısı ile aynı soruya verilen cevap değişmiştir.

SORUNLARDA ÖNCELİKLİ OLAN HÜKMÜN UYGULANMASI DEĞİL NEDENLERİN VE ÇÖZÜMLERİN ANLAŞILMASIDIR

Eğer bir medeniyet inşa etme veya diriltme hayaliniz varsa, “ben söylemem gerekeni söylerim, gerisini siz bilirsiniz!” gibi bir tavır ile bu hayalinizi gerçekleştiremezsiniz.

Günümüz Müslüman toplumların tavrı bu yöndedir ne yazık ki. Tarihe tanıklıklarını “söz” ile gerçekleştirmeyi umuyorlar veya “söz” ile avunuyorlar.

Modern zamanın insanlara pazarladığı veya dayattığı ne kadar uygulama varsa hepsine bir “soru” gözü ile bakmakta ve elinde tuttuğu “HARAM-HELAL” kaşesini basmayı bir görev addetmektedir.

Yılbaşını kutlamak caiz mi?
Noel ağacını eve götürüp süslemek caiz mi?
Hz. İsa’nın doğum gününü kutlamak caiz mi?
Kutlama mesajları yollanabilir mi?
Mekke’nin Fethi programına katılmayıp yılbaşı partisi yapanlar hakkında ne dersiniz?

Gibi soruların ve üst perdeden cevapların olduğu zamanlardayız. Sorular da cevaplar da aşina olduğumuz türden. Zaten “din” dediğiniz şey de başka ne ola ki?
Artık din: Merak ettiğin bir soru ve onun yüksek bir ihtimalle uygulamayacağın bir cevabı… Bir de hissettiğin vicdan azabı. Nihayet “din” vicdan meselesi haline geldi günümüzde.

Müslüman dediğin vakar sahibidir. Vereceği cevaba kıymet verir. Her soruya cevap vermez. Her sorunun cevabının olmadığını, sorulan soruların çoğunun aslında “Sorun” olduğunu bilir.

Günümüz dünyası fetvalara göre şekil alan bir dünya değildir artık. Fetva dediğimiz şeylerin çoğu aslında kendi zamanına ait yasa, kanun, yönetmelik anlamına geliyordu. Her mekanın bir iklimi vardır. Yağmur yağsa da yeryüzüne her toprak ayrı yeşerir. Şurası kesin ki, İslam Medeniyetinin yağmuru, bu topraklarda eski ürünleri vermemektedir. Hatibin sözü, muhatapta karşılık bulamıyorsa sözü tekrarlayıp durmanın anlamı kalmamıştır.

Bu nedenle günümüz sorularına haram/helal cevaplarını vermek yerine daha derin ve ayrıntılı değerlendirmeler yapmak gerekir. Diyebilirim ki, bir şeyin yanlış/kötü olması sadece haramlığa bağlı değildir; iyi/doğru olması sadece helal olmaya bağlı değildir.

Şimdi soruyu biraz değiştirip yeniden soralım: Türkiye’de yaşayanlar bir Amerikalı veya bir İngiliz gibi neden yılbaşını kutlamamalı?
Ya da onların eğlence anlayışına ait bazı küreselleşen uygulamalarına neden mesafeli durmalıdır?
Kendi kültürünü korumak ve tarihi değerlerine sahip çıkmak neden önemli olsun?
Coğrafyama ait, tarihi köklere sahip ve kendimi içinde bulduğum bu medeniyet (İslam/Türk/Anadolu v.b.) yaşadığım bu dünyayı/ dünyamı inşa etme/ değiştirme/ dönüştürme/ ayakta tutma/öncü olma yeteneğine ve imkânına sahip mi?
İnsanlar arası ve toplumlar arası ilişkilerde en temel kural şudur: Etkilersin/etkilenirsin.
Bu toprağın insanını etkilenen olmaktan nasıl kurtaracağım ve hatta etkileyen durumuna nasıl getireceğim?

Bakın, bu soruların kısa bir cevabı yoktur gördüğünüz gibi. Çünkü bunlar soru değil; çözüm bekleyen sorunlardır.
Dolayısı ile cevap yetiştirmeye çalışmaktan vazgeçip adım adım çözüm üretip uygulamaya başlamamız gerekir.
Çözüm mü?
Önce “cevap” vermiş olmanın konforundan vazgeçmek gerekir. Ki, çözüm bulamamış olmanın sıkıntısı ile yüzleşebilelim.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap