Paylaş

Bir alışveriş merkezinin dönen kapısından geçerken muzur bir çocuğun kapıya dokunmasıyla duraklıyoruz. Kapı ilerlemeye başlasın diye beklerken arkamdaki modern ve iyi giyimli bayanın ağzından fışkıran şiddet sözcükleriyle irkiliyorum. Birkaç saniyeliğine kapıyı durduran çocuğu bir eline geçirse nasıl döveceğini anlatıyor. Ruhum bir süre sallanıyor bu empati ve şefkat yoksunluğu için. Bir ülkenin huzuru ve refahı ne ile ölçülür, kıstas nedir diye sorsanız, benim cevabım; içinde yaşayan çocukların, yaşlıların, engellilerin ve hayvanların huzuruyla eş değerdir derim.
Gerektiğinde onlar için yavaşlatalım hayatı. Kurallarımızı esnetelim.
Yaşadığımız şehirlere bakalım eğer biz azıcık çocuk, yaşlı, engelli ve hayvan eksenli bir düşünce yapısında olsaydık böyle şehirler kurar mıydık? Bahçesi olmayan bir ev, bu saydıklarım için bir kafesten farksız değil midir? Parkları olmayan şehirler; kaldırımları, yolları sağlıklı insanların bile sinirlerini zorlayan…
Bilinç ayarlarımızı tekrar yapmalıyız. Bilmeliyiz ki üzerimize Allah’ın rahmeti iniyorsa aramızdaki çocuklar, yaşlılar, engelliler ve hayvanlar sayesindedir. Bu bakış, onları toplumun başındaki bela olarak görmekten, onları başımızdaki taca çevirir.
Modern dünyanın baş belası kapitalizm kendi çıkarlarına uygun olan her şeyi kullanıyor. Yaşlılar ve engelliler henüz bu “pazar”a uygun değiller, ama çocuklar ve hayvanlar bu “pazar”ın en değerli satış malzemesi. Çocuklar markaların geçit töreni yaptığı birer vitrin. Daha iyi ebeveyn olma çabasındaki insanları görüyorum alışveriş merkezlerinde. Çocuğuna dönüyor ve sürekli “sana ne alalım, hadi ne alalım” diye soruyor ve alırken gururla duruyor arkasında. Aklıma Jesper Juul’un güzel sözü geliyor: “Günümüz çocuklarının isteklerinin çoğu, ihtiyaçlarınınsa pek azı karşılanıyor.”
Kapitalizm, sevginin “almak”la eş değer olduğunu öğretiyor. Çocuk yapmak istediğini söyleyen bir bayana neden diye sorduğumda cevap olarak “bebek ve çocuk alışverişleri yapmak için” demişti gözleri parlayarak. İşte modern insanın ebeveynlik algısı: Almak, almak, almak… Eğitimi okuldan, ilgiyi psikologdan, hep satın alarak yürüyoruz.
Çocuklarımızla teknolojisiz ve alışverişsiz iletişim kurmadığımızda, yaşlılarımıza “gel seninle bir bardak çay içelim” diyemediğimizde, engellilerimize yokmuş gibi davranmamayı ya da acıyarak bakmamayı öğrenmediğimiz sürece hayatta hep yarım, hep eksik kalacağız.
Yaşamak bir ekip işidir.
Genciyle, yaşlısıyla
Hastasıyla, sağlıklısıyla
Zenginiyle, fakiriyle
İnsanıyla, hayvanıyla…
Ekipteki her bir canlı en az diğeri kadar değerlidir.

Yorum yap