Yetmişli ve seksenli yıllar Türk sinemasında, dindarları küçük düşürme amaçlı bazı karakterler filme yerleştirilirdi. Bu karakterleri Müslüman Kimliğin örneği diye yayınlayan karaktersizlere çok kızmışlığımız vardı.
Kimi zaman bu karakter, aslında namus düşmanı olduğu halde namus bekçiliğine soyunur, köy ya da kasaba meydanında halkı galeyana getirirdi ve linç eyleminin öncüsü olurdu; köyün/kasabanın namusunu kirleten kadınlar hakkında. İzleyenler olarak iğrenirdik bu ikiyüzlü ve karaktersiz “karakterler”den; ama işin iç yüzünü bildiğimiz için yönetmen ve senariste de söylememiz gerekeni söylerdik sesli/sessiz.
Düşünce kısırlaştığında ses yükselir ya, sesi çok çıkan ikinci kesim de mafyatik tiplerin sesi. Ciddi bir yüz ifadesi, alnımız açık edasıyla dikleşen başları ile sorulara şu minvalde cevaplar verirler:
• Biz namusumuza laf ettirmeyiz!
• Kimse bizim hakkımızda ileri geri konuşamaz!
• İleri geri konuşanların sesini kesmesini biliriz!
• Neden yaptın/vurdun sorusuna: Anama küfretti?
Bu sözleri de sinema sahnelerinde veya gerçek yaşamda çok duymuşuzdur. E tabi, insan namusuna da anasına da laf ettirmez/ettirmemeli.
Size de çok ilginç gelmiyor mu? Siz hiç mafyatik tiplerin ağzından kabul edilmeyecek ve onlara laf getirtecek şeyler duydunuz mu savunma sırasında?
Duyamazsınız. Onlar hep kirli elleri kırarlar ve küfür edenleri sustururlar. Kimseye de laf ettirmezler.
Yaşımızın küçük olmasından kaynaklanıyor belki, eski dönemleri çok iyi bilmeyiz. Kim ne söylerdi ve kim kimi sustururdu? Ama günümüzde şahit olduğumuz olaylar bizi Müslüman olmamız nedeni ile üzmektedir.
Seksenli ve doksanlı yıllarda başka kesimlerden çokça “eza” gören Müslümanlarımız, hatta hassas dindarlarımız şimdilerde başka Müslümanlara karşı pek bi namuslu ve erdemli olmaya başladılar. Galiba insanın tabiatından kaynaklanıyor: Sefaya çok dalanlar eza vermeyi bir görev addediyorlar. Üniversiteden atılanlar şimdi başkalarını kovuyorlar. Ölüm tehditleri alanlar şimdi başkalarını din namına öldürmekle tehdit ediyorlar.
Son örneğini Mehmet AZİMLİ’de gördüğümüz bu tavır bize o sinema karakterlerini ve mafyatik tipli namus bekçilerini hatırlatmaktadır. Değişen şey, sadece işin renginin daha çok yeşile dönmesi o kadar.
Bu zat-ı muhteremler, dinimize ve kitabımıza laf ettirmemektedirler. Hayâsızca akınlara karşı gövdelerini siper eden bu hocalarımızın ağzından benzer cümleler dökülmektedir:
• Dinimize, kitabımıza laf ettirmeyiz!
• Kimse Peygamberimizin Anasına Babasına küfredemez!
• Ehli Sünnet vel-cemaat akidesine sahip olmayan kişiler çocuklarımıza ders veremez!
• Bunların işine derhal son verilmeli!
Yüzleri, sinemalardaki o karakterlere nispeten daha nurlu olan bu öncülerimiz, artık köy ve kasaba meydanında bağırmak zorunda değiller. Sosyal medyada ayetli, hadisli, cafcaflı kıyafetli üst perdeden bir vaazla “Son Devrin Din Tetikçileri” olarak arz-ı endam etmektedirler. Arka fonda sergiledikleri kütüphaneleri ilimlerinin ve hakikatin ahir zaman temsilcisi olmalarının delili olmaya yeterdir zaten.
Misvaklı ağızları güzel kokuyordur eminim. Ancak ağızlarından çıkan sözler, yüz ifadeleri, ses tonları hiç iyi kokmuyor.
“Göze göz, dişe diş!” yasası günümüzde kanun nezdinde artık kabul görmemektedir. Kanunları içlerine sindiremeyenler, gönüllerinde gizledikleri hakikatleri ara ara açığa vurmaktadırlar. Gönüllere zincir vurulmaz lakin bu gönüllerde başka bazı şeyler de bulunmalı değil mi?
Mesela “söze söz”, “ilime ilim”, “cahilliğe hilm”, “(Müslümanlar) kendi aralarında merhametlidirler” gibi meziyetler de bulunsa çok mu şey kaybederler?
Dedik ya, “düşünce kısırlaştığında ses yükselir”
Söze karşı söz söylemek ve ilime karşı ilim üretmek her kesin kârı değildir. Muhatabı olduğumuz kişinin kişiliğini değil de ilmini ve delillerini ele almak, bilgi düzeyinde tartışmak, yazmak, değerlendirmek, yazıya yazı ile cevap vermek; muhalifimize bile konuşma-yazma ve yaşama hakkı tanımak özgüven işaretidir. Hem kendimize ve hem de doğru bildiklerimize.
Ancak bunu yapabilmek için, önce insanlara koyun muamelesi yapmaktan vazgeçmek gerekir. Kitleleri avuçlarından kaçıracaklarından ödü kopanlar ve müntesiplerine güvenmeyenler söz ile vakit harcamazlar. Korkutma, sindirme, tehdit etme, sınıflama, sınır dışına itme, düşman ilan etme insanın sahip olduğu en ilkel becerilerdir.
Önce öldürüp sonra mahkeme kurma tavrının farklı bir versiyonunu görmekteyiz. Önce dinden çıktığına inanıyorlar ve sonra da neden çıktığının ilmi(!) delillerini sıralıyorlar en mübarek ses tonları ile.
Dünyayı bir savaş alanı ve kendi grubu hariç herkesi düşman olarak görenler için, düşmanı yok etmeye fetva çabuk bulunur. Eli mızraklı öncülerimiz için bu yol konuşmaktan ve tartışmaktan daha kolaydır.
Söylenmesi gerekenler az bile…