Paylaş

Çeşitli yerlerde denk geldiğim bir soru bu: “Allah neden bir okuyuşta herkesin aynı şeyi anlayacağı sade bir metin göndermedi de böyle her okuyanın her çağda birbirinden bu kadar farklı şey anlayacağı bir kitap gönderdi?”

Sorudaki kastın pratik imkansızlığını bir kenara bırakarak bununla ilişkili bir başka konudan bahsetmek istiyorum.

İnternet sitelerinde, forumlarda, sosyal mecralarda, sohbet gruplarında; birbirimizi aşağılamadan, hor görmeden, gereksiz ironilerle kibre kapılmadan müzakere/ münazara edebileceğimiz neredeyse hiçbir konu kalmadı. Her sohbet bir savaşa dönüşüyor, kılıçlarımızı çekmeden sahaya çıkamıyoruz. Hakikati aradığımız filan da yok, zaten “bulmuşuz”. Hiç “acaba”mız kalmamış.

Alanında yıllarca çalışmış uzmanların bize tuhaf gelen her yorumuna, sanki onlar bizim çırağımızmış gibi üst perdelerden yorumlar yapıyoruz. Yemek tarifinden, araba tamirinden tutun da sanat tarihine hatta atom fiziğine kadar hükümlerimizden kaçabilecek hiçbir alan yok. Çok netiz, her şeyden eminiz. Gerçeği avuçlarımızda “tutuyoruz” ve  istediğimize istediğimiz kadar lütfediyoruz. Keşke bu noktada kalsak, asıl düşmanlarımıza göstermediğimiz dirayeti, mücahitliği; bize imani anlamda hiçbir katkı sağlamayacak olan linç kampanyalarında gösteriyoruz, sonuçlarını hiç düşünmeden. Yazılanları ya da söylenenleri anlamaya bile çalışmadan kalpleri açıp içine bakıyoruz, niyetler okuyup yargılarda bulunuyoruz.

“Bir bilene sormak” diye bir şey var-dı, sahi ne oldu ona. Hepimiz her şeyi en güvenilir kaynaklardan, medya hesaplarından öğrendiğimiz için artık her şeyi biliyoruz. Kime neyi sorabiliriz ki?… Bu durum bizi, ironilerle yumuşatamayacağımız bir küstahlığa götürüyor kaçınılmaz olarak.

Bu konuda bir uzmanlığım yok ve metin-anlam ilişkisi kurma konusunda yapılmış güzel çalışmalar da var zaten; ama rahatlıkla söyleyebileceğim, gün gibi açık olan bir gerçek var: Her metin emek ister. Bu açıdan mesela ayetlerde geçen Kur’an’ın apaçıklığı konusunun da kitabın verilen emek kadar anlaşılır olabileceğini kast ettiğini düşünüyorum; çünkü her metin hatta her şey böyledir. Bir kamu kurumunda 12 yıldır hizmet veriyorum. Artık uzmanı olduğumu düşündüğüm bir alanda hem de anadilimde kurumum tarafından çıkarılan bir mevzuatı ben okuyorum başka bir şey anlıyorum, başka bir meslektaşım okuyor başka bir şey anlıyor. Bakınız bu kadar belirli ve dar bir alanda bile herkesin tek okuyuşta aynı şeyi anlayabileceği bir metin hazırlamaya hem dilin özellikleri hem de hayatın dinamikleri yetmiyor. Peki tüm insanlığa çağlarüstü yol göstericiliği amaç edinen ve eksik yaratılan bir varlığın yine eksik olan iletişim aracıyla (dil) sunulmak zorunda olan bir metinden bunu beklemek haksızlık değil mi? Burada önemli olan, değerlendirmelerdeki uslup. İlmi tartışmaların tüm halk tarafından aynı şekilde hazmedilmesini beklemek de başka bir haksızlık olur ama hiçbir uzmanlığımızın olmadığı alanlarda hiç değilse biraz daha mütevazı mı olmalıyız acaba? Bil(e)mediğimiz birkaç konu da yok mudur hani?

İnsan olarak kolaycıyız, bu yüzden her şeyi emeksiz istiyoruz. İmanı da imkanı da, sevabı da, mücadeleyi de yargıda bulunmayı da…

Bir çocuk kitabını anlamak bile belirli bir kavrayış ve çaba istiyor. Biz bunu kabul edemiyoruz, sürekli leb demeden leblebiyi anlamayı marifet saydığımızdan, muhatabımızın meramını tam olarak anlatmasını bitirmeden çok önce sonuç raporumuzu yazmış oluyoruz. Her şeye ama her şeye tepkisel yaklaşıyoruz. Biz’den kastım Türkiye değil, hemen hemen tüm insanlığın sorunu bu (Google translate sağolsun, çeşitli dillerdeki sayfaları da takip etme imkanı veriyor).

Herhangi bir yerde okuduğumuz bir yazının, yorumun, mesajın özellikle bağlamına bakarak, önyargılarımızı bir kenara bırakmayı deneyip ki bu çok zordur, kastı anlamaya çalışarak konu hakkında bir sonuca/fikre varmalıyız. Aksi halde teknolojinin nimeti olarak yukarıda saydığım iletişim ortamlarında herhangi bir konuda verdiğimiz tepkiler kitlesel hatta kütlesel reflekslerden belki de hınçtan öteye geçemez ve bu reflekslerin sonuçları ise her zaman yıkıcı olur. Uyduruk/bağlamsız veya kırpılmış bir resim/fotoğraf/video ve altındaki nefret söylemleriyle kolayca  yönlendirilebilir hale geliriz/ geliyoruz/ geldik.

Yazmak iyi geliyor. Müziğe ve şiire ilgim var. İşim dışında herhangi bir alanda uzmanlığım yoktur. Yazılarım sadece birer yorum, çok da anlam yüklemeyiniz. Aslen Erzurum, doğma büyüme Ankaralıyım. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şimdi Bursa'dayım. Geçinmek için memur olarak çalışıyorum. Evli ve bir oğul babasıyım. Hayattaki tek amacım insan kalabilmek. Kişisel gelişimciler kızmasın, somut bir amacım, hayalim ya da beklentim yok bu hayatta. Burası gurbet, neyi isteyip de elde etsek uçup gidiyor burada.

Yorum yap