Paylaş

“Hiç olur mu yahu? Bunca yıllığın çerçisini yık. Neymiş efendim selâtin cami mi yapacaklarmış, selamet cami mi anlamadım da neyise işte ondan yapacaklarmış. Bunca yıllık Kadıpazarı’na icat çıkartıyorlar yeminnen.”

Diye içinden konuşa konuşa kasabanın eski memurlarından Muammer Bey’e akıl danışmaya gitti. Durumu izah ettikten sonra emekli kâtip Muammer Bey;

– Valla Durmuş, duydukların doğru. Camiyi yıkacaklarmış.

– Ne, yıkacaklar mı? Tövbe eneuzubillah!

– Yav öyle değil. Yıkıp yerine de yeni bir cami yapıp yanına yeşil alan öbür yanına da alış veriş merkezi yapacaklarmış. Şimdi bak, senin dükkânın ruhsatı var mı?

– Nerden olsun Muammer Bey. Babamdan kalan iki teneke yığını dükkân işte… Biliyon babam eşeğin üstünde köy köy dolaşıp çerçicilik yapardı. Tüm ahaliyi tanır. Artık belli zamandan sonra gezemez olunca aha bu teneke yığını dükkânı da gene belediye gösterdiydi. Geldi oraya kuruldu. Ben de onun yanında yetiştim. Rahmetli bütün aileyi kardeşlerini bile bu dükkânla gördü. Şimdi de ben işte. Bu dükkân yıkılırsa ben eve ne götürüm? Para kazanmadım mı karı beni eve de almaz. Yani anlayacağın ne dükkân kalır ne karı.

– Neyse Durmuş Efendi, şimdi ruhsat var mı, yok mu?

– Valla yok. Ben zaten anlamam öyle kâğıt kürek işlerinden. Ben mevlüdü olana lokum, şeker ayarlarım, Bursa’dan havlu, ipek, basma getirim. Ankara’dan bağlama teli bile getirim. Cenazesi olana cenaze levazımatı getiririm… Hatta okunmuş suyu bulur yanına hoca bile getirim ama ruhsatı getiremem. Yok, olmayanı nereden getireyim?

– Tamam Durmuş Efendi, biliyorum ben ne iş yaptığını. Şimdi ruhsatın yoksa bu iş zor. Ruhsat sahibi olsan belediye sana istimlâk bedeli falan verir ama bu olmadığı için zor hatta olmaz yani. Ama senin gibi kaç esnaf var ruhsatı olmayan?

– Bilmiyom da bir sorarım bizim deli uşaklara. Zaten caminin orada hepi topu 20 esnaf ancayız. Esansçı Bekir, Kur’an’cı Osman, Arzuhalci Neşet, Çaycı Zakir. Bunların da derdi aynı. Besbelli onların da ruhsatı yok. O zaman ben hepsiyle görüşeyim. Kimin var kimin yok iyice belleyim yanına gelirim gene fikir almaya emi? Haydi, kal sağlıcakla.

Emekli kâtip Muammer Bey’in yanından çıkıp dükkâna doğru yürürken: “Irızı kırık belediye. Fışkı varıdı etrafı yıkacam deyu bizi telaşa sardın. Bunca yıllık çerçi Durmuş’u oradan oraya koşturup duruyon. Hiç de anladığım işler değil ya!”

Çaycı Zakir’in dükkânın önündeki tabureye oturup çırağa seslendi. “Oğlum al şu beş lirayı bütün dükkânları gez. Herkese Durmuş Emmi sizi bekliyor çay ocağında.” de.

Yarım saate tüm dükkân sahipleri Zakir’in orada toplandı. Sadece cenaze levazımcısı Hamdi yoktu. Şaşırmadı, “Sanki bir cenaze işi yapıyormuşum gibi tavır güdüyor bir de bana. Çerçiyim la ben. Ben her şey alır her şey satarım. Pideciye pide içi bile hazırlarım. Sana ne oluyor yani küsmeye mana ara dur. Dükkânını kurtarmak için çalıştığımı bilse koşa koşa gelir hergele.”

Sanırsınız belediye reisliğine adaylığını koymuş gibi geçti ocağın önüne, bir de sandalye çekti kollarını dayamak için, kafasını yana çevirip Zakir’e seslendi: “Bana bir ıhlamur yap Zakir, sesim çatallamasın.”. Sonra karşısında sıralanmış 19 esnafa dönüp “Bakın ağalar, beyler; belediye camiyi yıkıp yeni büyük bir cami yapacakmış. Yanına yeşil bir alan öte yanına da alışveriş merkezi yapacakmış. Bu demek oluyor ki bizim dükkânları yıkacaklar. Bütün bunları biliyorsunuz.” Hep bir ağızdan “Biliyoruz” dediler. “O zaman şu işi netleştirelim. Ruhsatı olan kim var aramızda?” 3 kişi el kaldırdı. “Bizim var Durmuş Emmi.” dedi kırtasiyeci Mustafa. “Bizim var, hatta geçen belediyeyle görüştük. Buraya yapılacak olan projede ruhsatı olanları dükkânlara yerleştireceklermiş.” deyince çay ocağı birden karıştı. Ortalığı zar zor sakinleştirip sözü tekrar eline aldı:

– Tamam, madem ruhsatı olanlara dükkân verecekler biz de kendi aramızda birlik olacağız. Hep birlik belediyeye gidip görüşeceğiz. Anlatacaz, illa ki bize de hakkımızı verecektir reis. Yarın öğlen buradan toplaşıp gidiyoruz tamam mı?” dedi haziruna. Pek güçlü olmayan bir ses ile “tamam” dediler.

Akşam tüm günün gerginliği üzerinde bir hâl ile eve vardı, çaldı kapıyı. Karısı kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz

– Ekmek aldın mı? Pırasa yaptım. Dedi.

– Ulan karı bir gün de hoş geldin bey diyerek aç şu kapıyı sonra ekmeği sor. Ne var bir gün de de ki hoş geldin beyim, günün nasıl geçti? Yoruldun mu? Ne yemek isten? Ama sana ne var ki? Eve it mi gelmiş, köpek mi gelmiş? Varısa yoğusa Durmuş şunu al, Durmuş bunu al, evde bu eksik Durmuş, misafir gelecek erken gel Durmuş. Ulan seni alırken at gibi dediler ne atı it gibi çıktın it. Al bu ekmeği ye bebelerinle yemiyom ben zıhım olsun size de.

Diyerek kapıyı hışımla çarparak çıktı. Elini ardına koydu çarşıya doğru ığıl ığıl yürüdü. “Ulan biri de çıkıp demiyor ki baba nereye? Yemek yiyek bir dur, gel hele neye atıştınız gene. Yok, 2 kız 2 oğlan 4 tene bebenin 4’ünü de kendi gibi gavur etti. Kızlar anasıynan ev ev gezmekten, oğlanlar imirin iti gibi gezmekten kafalarını kaldırmazlar. Sonra Durmuş çalışır para getirir, ekmek getirir. Yok anam siz gezin sırtınız fıkasıya gelmesin. Biz gece gündüz koşar koşar çalışırız, fesubhanallah.

Köfteci Remzi’nin yanına geldi. “Remzi” diye seslendi.

– Bana bir ekmek yap, soğanı bol olsun. Domatesiynen turşusunu yanına tabağa koy.

– Hayrola Durmuş Emmi? Evden kovuldun ellam. Akşamın bu vakti bekâr oğlan gibi dışarıdasın. Bir de köfte ekmek söylüyorsun hem de bir ekmek.

– Ulan soyka soyka konuşma zevzek! Yengen hasta, bugün dışarıda yiyecem. Sen gevezelik etme de ekmeğimi getir.

O gün yatsı namazından sonra bile sokaklarda gezdi. Kahveye bile gitti. Taş oynayanlara, sigara içenlere bile tahammül etti. Hiç eve gidesi yoktu: “Hayır, eve gitsen ne olacak? Bey bir sıkıntın mı var diye soran mı var? Yok. La dükkânı yıkacaklar dedim n’abarsan yap eve ekmek getir de nasıl getiriyorsan getir dedi. Bu kadar gavur nasıl olabiliyor anlamıyorum. Neyse ben eve ekmeği bir şekilde getiririm de bu karı benim canımı Azrail’den önce alır.”

– Sabah dükkânı açarken pek gahırlıydın Durmuş Emmi?

– Nasıl olmayım Zakir? Ta babamdan kalan dükkânı yıkacaklar. Çocukluğumu, gençliğimi, ilk sevdaya düştüğüm yeri, anılarımı yıkacaklar ya anılarımı!

– Dur bakalım Durmuş Emmi, öğlen bir olsun hele. Reisle bir görüşelim nasip kısmet.

O gün öğlene kadar anca dört adam toplanınca Durmuş Emminin iyiden iyiye sinirleri gerildi.

– N’abalım Zakir, garip olanlar belli. Bu kadar kişi çıkacağız reisin huzuruna. Ne kadar ciddiye alır bilmem artık. Biz gene de gidelim, halimizi arz edelim. Belki iyi tarafından kalkmıştır. Vicdanı dile gelir de bu durumu düzeltir.

Diye konuşarak vardılar reisin makamına. Çaycı Zakir, Esansçı Bekir, Lokumcu Recep’in ardından Çerçi Durmuş ayaktan başa selam ede ede girdi makama. İstanbul’daki selatin camilerden etkilenen belediye reisi konuyu biraz araştırdıktan sonra selatin cami yapmak için sultan olmak gerektiğini öğrenince bari selamet cami yapalım diye düşüncesini öte tarafa eviren, yıkım ve ruhsat işlerini başından beri bilen, takip eden belediye reisi; “Oturun, hele anlatın nedir derdiniz” bile demeden konuya bodoslama daldı:

– Bakın beyler konu belli. Çok konuşmaya gerek yok neden geldiğinizi biliyorum. Ruhsatınız yok, yeni yapılacak alışveriş merkezinde size ve diğer ruhsatı olmayan esnafa da yer yok. Eğer boş dükkân kalırsa ileride açılacak ihaleye girersiniz. Kazanırsanız dükkân sahibi olursunuz. Siz şimdi kısa sürede dükkânları boşaltmaya bakın. Hafta sonunu bulmadan yıkıma başlanacak. Haydi bakalım selametle.

Diyerek kapıyı gösterdi.

Bir kelime dahi edemeyen grup kapıya doğru meylederken Durmuş Emmi bir adım öne atılarak söze başladı.

– Yahu reis bey oğlum, bir çift laf bile ettirmedin. Durumumuz fena. Bak bizim rahmetlik baban Hacı Arif’le pek zamanımız geçti. Sen benim dostumun oğlusun. Sen de bebeyken benim dükkânda çok ıhlamur içmişliğin var. Babanın hatırı yok mu? Ihlamurun hatırı yok mu? Yıkma dükkânları. Tamam, çirkin görünüyorlarsa düzenleyiver; ama yıkıp geçmek nedir bey oğlum?

– Durmuş Emmi, kanun isterse ne baba kalır ne hatır. Kanun böyle. Bunca zaman kanunsuz yaşamaya alıştınız zor geliyor size; ama bundan sonra uyacaksınız kurala, nizama. Haydi uğurlar ola.

Kendilerini kapının önünde buldular. O gün yatana kadar belediye reisine türlü güzellemeler düzen Durmuş Emmi, bir yandan da dükkândaki malzemeleri nereye koyacağını nerede iş yapacağını düşünüyordu. Bu yaştan sonra eşeğin sırtında köy köy gezmek de ağır gelmekteydi.

Yanı başında yatan karısının horlama sesinden de uyuyamayan Durmuş Emmi, horlama gürültüsü altında sabah ezanına kadar dükkânı bir oraya taşıdı bir buraya. En son “Ulan ne umursuz karı dükkân yıkılacak, ekmek teknemiz gidecek, karının umurunda değil. Yav ne var şöyle ‘Boşver bey rızkı veren Allah’tır’ dese. ‘Çay yaptım gel tasaya iyi gelir, düşünme bu kadar. Elbet bir hal yol bulursun, sen bu zamana kadar aç mı koydun ki bizi’ dese. Adam nerde. Çekeceğiz n’abalım. Yeni yetme bebeler gibi boşayacak halimiz yok ya.” diye kendi kendine konuşarak sabah namazına camiye vardı. Sabahın mahmurluğunda caminin sıcaklığında biraz kestirdikten sonra belki son defa diyerek dükkânı açtı. Bakkal Rafet’ten koli alıp eşyaları toplamaya başladı. Her bir eşyayı koyarken babasıyla Ankara’ya, Bursa’ya mal almaya gittiği günler aklına geldi. Duygulandı, duygusu ağır bastıkça bir ateş sardı vücudunu. Yıllar yılı karısının kötü davranmaları bile böyle ağrına gitmemişti. Babasının emaneti gibi gördüğü dükkânı koruyamadığı aklına geldikçe, onun imar ettiği düzenin yıkılacağını düşündükçe vücudundaki ateş artmaktaydı. “Anasını satarım lan böyle işin. Yeni yetme bebe gelecek göya başımıza reis olacak, benim te babamdan kalan 40 yıllık dükkânı yıkacak. Yok ya kimsin ulan sen deyyus? Donunu çekemezdin şimdi ekmeğimizi mi çekiyon elimizden? Ulan ben sana yedirir miyim burayı la!” Diyerek sobanın köşesinde duran çekici eline aldığı gibi savurmaya başladı dükkânın sağına soluna. Her savuruşunda dükkânın bir yerini yıktı. Çekici cama fırlatıp şangır diye camı aşağı indirince komşu esnaf Durmuş Emmi’nin dükkana koştu.

Durmuş Emmi’yi sobanın yanında hareketsiz yatar bulan esnaf panikle sağa sola bağırarak araba çağırmaya çalıştılar. Lokumcu Recep’in steyşın arabasının arkasına yatırıp ilçeye devlet hastanesinin aciline götürdüler. Şoka girdiğini bu şokun da yoğun bir stres sonucu olduğunu söyleyen doktor: “Biraz yatması lazım tedavinin devamı için” diyerek bilgi verdi Lokumcu Recep’le Çaycı Zakir’e.

Zakir Recep’e:

– Sen git abi, ben beklerim. Benim çırak var nasılsa. Senin dükkân boş kalmasın. İhtiyaç olursa ben haber yollarım sana.

Dedi.

Durmuş Emmi’yi yukarı servise çıkarıp yerleştirince aşağı inip hastanenin santralinden rica etti. “Hastanın yakınlarına bir haber versem gardaşım…” diye aldı eline telefonu:

– Yenge ben Zakir. Çaycı Zakir. Durmuş Emmi rahatsızlandı, hastaneye kaldırdık. Durumu iyi merak etme ama gelseniz iyi olur.

Dedi.

– Öldü mü? Yaşıyo mu? Sen onu söyle Zakir uzatma lafı!

Bu soruyla şoka uğrayan Zakir:

– O nasıl söz öyle yenge, ne ölümü, çok şükür iyi ama birkaç gün yatması gerekiyormuş.

Dedi.

Cevabını duyunca kısa bir sessizlikten sonra:

– İyi iyi tamam geliriz bir ara.

Diyerek kapattı telefonu Zakir’in suratına. Zakir öylece kalakaldı. “Durmuş Emmi sen peygamber misin? Ne çektin sen be adam. Hastalığına da gelmeyen kadın neyine gelecek?” diye düşündü.

İlaçların etkisiyle iki gün uyuyan Durmuş Emmi uyanır uyanmaz Zakir’i gördü karşısında. Bir Aralık hanımı Şerife’yi aradı gözleri; ama Zakir’den başkası olmadığını anlayınca gözleri doldu. Zakir’e teşekkür mü etse, bu duruma feryat mı etse bilemeden aktı gözünden yaşları aksakallarına doğru.

– Hep sustum Zakir, hep sustum. Aha bugün dedim aha yarın dedim düzelir dedim yok. Bir gün toparlar dedim, çocuk olsun toparlar dedim, ikinci olsun toparlar dedim, bebeler büyüsün toparlar dedim olmadı. Aha atmışıma dayandım, gavur karısı bu yaşta karı yolu gözletiyor, çocuk gibi ağlatıyor beni. Ne bebeler, ne karı olmadı işte n’abalım. Dükkânda kahrımızı çekiyordun hastaneye geldik gene sen kahrımızı çekiyorsun. Hakkını helal et Zakir’im. Neyse ne kadar kalacakmışız burada? Ne diyor doktorlar?

– Emmi bugün üçüncü gün…

– Ney üçüncü gün mü?

Bir daha koyuverdi göz pınarlarından yaşları, süzüldü yanaklarına doğru.

– Evet, Emmi üçüncü gün… Stres yaşamışsın biraz dinlenecekmişsin. Dinlen dedi doktor bir şey düşünme ilaçlar da rahatlatır dedi. Yani birkaç gün daha buradayız anlayacağın.

Bütün bu yaşananların yanında üç gün içinde dükkânların da yıkılmasını, diğer ruhsatsız esnafın belediyeden araya adam koyarak dükkân aldıklarını, Durmuş Emmi’nin karısının, oğlunun ardından diğer çocukları da alıp İstanbul’a gitmesini de düşününce ne ağır bir yük devraldım dedi kendi kendine, kendi yıkılan dükkânına bile üzülemeden.  Emmi’nin bu durumuna ne yapacağını, nasıl izah edeceğini bilemeden gözleri ufka daldı. Bir tane ağacın bile olmadığı sapsarı otların her yeri sardığı eşsiz bozkır manzarasına bakarken “Allah her yerdedir de en çok bozkırdadır”  dedi.

Yazar, çizer, fotoğraf çeker. Çayı sever, evli, bir kız ve bir oğul babası.

Yorum yap