Paylaş

 


Modern zaman üzerine sayısız söz söylenmiş ve eleştiriler yapılmıştır. Her birinin bir sebebi vardır muhakkak. Ancak ben, onun bu yüzsüzlüğüne, bu umursamazlığına ve kendisinde konaklayan insanlığı kuruş kuruş harcamasına şahit oluyorum. “İliklerime kadar da nefret ediyorum!” demek isterdim; ancak bu biraz da “alan memnun satan memnun” modunda olduğu için bir şey diyemiyorum. Ben daha çok memnun olma imkân ve kabiliyetinden yoksun yaş grubundan bahsetmek istiyorum ve bu yazımı aileleri tarafından duyguları, gelişimleri, gelecekleri sinema ve dizi sektörüne pazarlanan bebek ve çocuklara ithaf ediyorum.

Çocuğun, içinde bulunduğu dönem itibari ile ihtiyaç duyduğu şeylerden (ilgi, sevgi, bakım, güvenlik vb.) bilerek veya bilmeden mahrum bırakılmasına ihmal denir. Çocuğun, yine içinde bulunduğu dönem itibari ile zarar görmesine sebep olan her türlü davranış ve bu davranışlara seyirci kalmaya ise istismar denir. İhmal ve istismar bebek ve çocuklarda kalıcı hasarlara neden olan ve beynin fiziksel gelişimini bile etkileyen bir sorundur.

Aile içi şiddet, eşlerden birinin diğeri üzerinde fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel ya da psikolojik istismar uygulaması, ona bu açılardan zarar vermesi anlamına gelmektedir. Aile içi şiddet durumu şiddete maruz kalan tarafı etkilediği kadar şiddete şahit olan tarafı da etkilemektedir.
Aile içi şiddete maruz kalmak ya da şahit olmak bebek ve çocuk gelişimini etkileyen, bebeklerde ve çocuklarda kalıcı izler bırakan, yaşanan bu travmanın etkilerinin de uzun yıllar devam etmesine neden olan bir durumdur.

Küçücük bir araştırma bile insanın nasıl etkilendiğini, şahit olduğumuz bu anları unutamadığımızı ortaya koyar. Bebek açısından baktığımızda ise dünyada kendisini koruyacak yegane varlıklara duyacağı güvenden mahrum kalması bile yıkıcılığı açısından yeter de artar bile. Çünkü bir bebeğin ilk olarak hissettiği duygu güven ve sevgidir. Ancak şiddet, ihmal ve istismar onun bu duygularını örselemekte ve gelecekte bağlanma sorunları yaşayan, insanlara güvenmeyen, kendisini ve başkalarını sevebilme becerisinden mahrum kalan biri haline getirmektedir.
Türkiye ölçeğinde takip ettiğimde sinema ve dizi sektörümüz yoğun olarak aile içi şiddet, akla ziyan istismar ve ihmalleri, aile içi tartışmaları konu almaktadır. Eleştirmenlerin tabiri ile salya sümük ağlanmıyorsa, filmdeki karakterlerin yarısı birbirini aldatmıyorsa, kadına şiddet insanın gözüne sokulmuyorsa, yapılan haksızlıklardan iliklerinize kadar nefret etmeyecekseniz o filmler-diziler izlenmemektedir. Bu da toplumsal sözleşme yoluyla sahip olduğumuz ruh hastalığımız olsa gerek. Jean-Jacques Rousseau’nun kast ettiği sözleşme bu olmasa gerek.

Bu konu ruh hastaları ve onları ağlatmakla yükümlü olan ve bundan milyonlar kazanan sektörün meselesi, ancak asıl sorun şu ki; İşin dramatize olması için bebek ve çocuklara da rol verilmektedir. Kavga eden eşlerin olduğu veya dayak yiyen kadınların (kadına şiddet konusu bu şekilde daha bir sorun haline gelmiş ve dikkat çekmiş olacaktır güya) olduğu sahneler bebek ile daha da dramatik olmaktadır çünkü. Ancak izleyenlerin, makul ücretini alıp kamera arkasında bebeğinin “performanısını” gururla izleyen ve belki de “Uzman Görüşü(!)” ile ikna olmuş ailenin gözden kaçırdığı konu şu ki; bebek ve çocuklar için ROL diye bir şey söz konusu değildir. ROL, bizim gibi modern zaman ile kirlenmiş ve sahip olacakları ile ikna olmuş yetişkinler için geçerlidir. Onlar için, o an yaşanan her şey gerçektir. Kavga, yükselen sesler, ağlamalar, gürültü, tartışmalar ve bunların yarattığı stres… Hepsi gerçektir. Ağladığı halde ROL icabı kendisini sakinleştirmeyen o anne, yerde ölü taklidi yapan kişi, onu kucağına alıp korkmuş ve nefes nefese koşan kişi, o an izleyeni üzen her şey bebek ve çocuk için gerçektir.
Gerçek olarak algıladığı için de; kendi gerçek ailesinde şiddetli bir tartışmaya, kavgaya ve şiddete şahit olması ve bundan etkilenmesi ne demekse dizide, sahnede şahit olması da aynı şey demektir onun için.

Şahit olduğum hemen bütün dizilerde aile içi kavga, tartışma ve şiddet sahnelerinde özellikle 0-4 yaş grubu çocuk-bebek de varsa ağladığı, korktuğu, etkilendiği görülmektedir. İşin ucunda sanat kılıflı para olduğu için de dikkate alınmayan konu şudur, bebek ve çocuklar rol yapamaz. Yani gerçekten ağlamaktadır, gerçekten korkmakta ve üzülmektedir. Zaten bu yüzden etkileyici olmaktadır. Çünkü o an orada gerçekten korkmuş, üzülmüş ve ağlayan bir bebek-çocuk vardır. Çekimlerin yoruculuğundan, bebeğin günlük rutinine uymamasından, bütün düzeninin altüst olmasından bahsetmiyorum bile.

Bu durum bebek ve çocuklar için (sahnelerin çekilmesi için kaç kez tekrarlandığını da düşünürsek) “Sistematik İstismar” ve çocuklarına bunları yaşatan aileler için “Sistematik İhmaldir”.
Her gün onlarca bebek-çocuk dizi ve sinema setlerinde, normal aile ortamında gördüğümüzde asla kabul etmeyeceğimiz tartışmalara, kavgalara, şiddete, ağlamalara, dramatik sahnelere şahit olmakta ve bunları gerçek olarak algılamaktadır. O esnada ailelerin kamera arkasında olması çocuk için bir anlam ifade etmemektedir.
Hatta bebek ve çocuk için bu daha karmaşık bir durumdur. Çünkü güvendiği ve sevdiği annesi-babası-bakıcısı bir türlü gelip onu almamakta, ağladığı halde gelip onu susturmamakta (çünkü senaryoda bebeğin-çocuğun korkması-üzülmesi-ağlaması da vardır), onu sevmemektedir.
Sağlıklı ve çocuğunu seven hiçbir anne-baba para için, çocuğunu rol icabı (dediğim gibi bebek ve çocuk için rol yoktu; o durum gerçekti) o salya sümük ağlamalı, bağırmalı, tartışmalı ortamda bırakmaz. Bu çocuklar, artık ailesi saldırıya uğrayan, etrafında çıldırmışcasına korkup bağıran-ağlayan kişilerin olduğu, ölümden döndüğü bir çocuktur.

RTÜK bu soruna seyirci kalmaktadır.
Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı seyirci kalmaktadır.
Bebek ve çocukların aileleri seyirci kalmaktadır.
İzleyen yüzbinler zaten seyirci olmak için ekran başındadır.

Örnek sahne için;
Kurtlar Vadisi Pusu 42. Bölüm 27.dakika ve 29. Dakika arasına bakılabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=JYi0JZL8Blk&list=PLmeM84le3G7lInSpUNjMtSxWTUVjIaZ42&index=42

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap