Genç girişimci olarak atılımlar gerçekleştirerek yüksek pozisyonlara gelince zamanı büken alet üreteceğime inandığım yıllardı. Elon Musk tam olarak ulaşmaya çalıştığım adam olsa da hedeflerim arasında gösterebileceğimi sanmıyorum. Zaten o zamanlar kendisini tanımıyordum. Şimdi tanıyorum ama o beni tanımıyor. Ortak bir nokta olarak alınan karar şudur ki; birbirimizi yeteri kadar tanımıyoruz.

Sürekli hangi mekana çay içmeye gitsem bileğine tespihleri geçirmiş bir adam çarpardı gözüme. Yoldan geçen veya oturan müşterilere “tespih alır mısın dayı” diye sorardı. Gittiğim hiçbir mekanın sahibi de bundan rahatsız olmazdı. Bazen bir parçanın bütünüsündür. Eksikliğin çok göze çarpmadığı gibi varlığında göze batmaz. Tespih satan kişi de buna benzer biriydi.

Bir insanın yüzüne bakarsın da bu karıncayı bile incitemez dersin ya, tam olarak öyle bir adamdı. Yüzünde merhamet ve saflık vardı. 30 yaşlarında gencecik bir delikanlı. Hafifte normalden farklı insan tiplemesiydi. Ben böylesi adamlara “geçmişin travmasını atlatamamış ve yaşadığı psikolojik sorunlar bu yaşlarında patlak vermeye başlamış” yorumunu yaparım. Bir gün psikolog olursam bunu daha anlaşılır kelimeler ile ifade edebilirim. Ama şimdilerde iyi bir ruh hastasıyım.

Tespihçi dayıyı ne zaman görsem elindeki plastik tespihlerden bir tane satın alırdım. Her tespih alışımda sanki birinin ona dünyaları vermesi mutluluğu oluşuyordu yüzünde. Hatta bir keresinde plastik tespih parasının üç katı fiyatına farklı bir tespit almıştım. Sanki ona yine dünyaları vermiştim. Hem de tam üç kere.  Ondan sonra uzun bir zaman göremedim. Sağa sola sordurmaya başladım. Onu geçmişten tanıyanlar hikayesini anlatmaya başladı. Zamanında çok zenginmiş kader ya işleri batırmış. Ailesi sahip çıkmamaya başlamış. Sıkıntı stresten zamanla kayışları koparmaya başlamış. Çok uzun süreler beş kuruş para bulamayınca tespih satma işine başlamış. Kazandığı üç kuruşa mutlu olmasının sebebi buymuş.

Belli bir zaman sonra yolda giderken görmüştüm. Hafif uzaktaydı. Arkasından seslendim bakmadı. Adını da bilmiyordum. Tespihçi diye bağırmak doğru olmazdı. Islık çalmayı da bilmiyordum. En mantıklısı koşmak diye düşündüm. Düşündüğümü yapmasam da hızlandım. Yanına yaklaşınca utangaç ve kafasını yere eğer bir bakışla bana baktı. Gözlerinin altında morluklar vardı. Şaşkınlığımı bir bıçak keskinliğinde değiştirip yüzüne gülümser ifadeyle bakıp, sustum.

Parktaki banklara oturduk. Hava hafif yağmur sepeliyordu. Çocukların eğlence aktivitelerini evde atari oynayarak geçirmek zorunda kaldığı zorlu hava şartlarına esir kaldığımız saatlerdi. Sadece ikimiz vardık. “Anlat adını bilmediğim dayı” demek geldi içimden. Bu tarzdaki insanların normal insan özelliklerine göre daha yetenekli içgüdüleri olduğuna inandığımdan, olası bir duyma ihtimaline karşı iç sesimi büktüm. Parkta oturuyor olmamızı anlamış olsa gerek anlatmaya başladı. Yolda giderken kazandığı parayı gasp etmeye çalışmışlar. Hatta bunu tanıdıklarının yaptığını söyledi. Parayı vermek istemeyince saldırmışlar. Sonradan görgü tanıklarından dinledim. Olay bittikten sonra ağlayarak “param yok lan tespih vereyim” demiş. Bunu ağlayarak söylemesi hep içimi burkmuştur.

Çok uzun sürmemiş adını öğrenmiştim. Haber sitesinde gezerken manşetlerde gördüm. Kendini iple ağaca asmış. Kötü insanların saldırışına, kendini savunamayışına, dilenci gözüyle bakılışına, ailesinin sahip çıkmayışına yenik düşmüş. Bir naylon tespih alarak dünyalar kadar mutlu olacağını göstermesine rağmen, insanların bunu yapmayışına yenik düşmüş. Şimdi merak ettiğim tek bir şey var. İbrahim abi mezara koyulunca gözlerinin altı hala mor muydu?

 


Kapak resmi: Chris Williamson

Yorum yap