Paylaş

Bindokuzyüzotuzlu yıllarda modernleşmenin yeni filizlendiği Japonya’da yetişen ilginç bir yazar… Asıl adı Şuçi Tsuşima. Herkesçe “otobiyografisi” olarak kabul edilen “İnsanlığımı Yitirirken” adlı eserinde psikolojik tahlilin, dinamik yaklaşımın, arketiplerin adeta içinden geçiyor.

“İçimdeki soytarı” diye tanımladığı dışa dönen –dıştan görünen- maskesinin ifade ediliş, ortaya konuş biçimi hem çok cesurca hem oldukça trajik. Gerçekte kim olduğumuzun sorgulanması, gerçek benliğimize karşı “dış” ın takındığı tavırlar, arzular, dürtüler, ihtiyaçlar arasında gidip gelen “büyüme” savaşı, kitabın ana eksenini oluşturuyor denebilir. Ancak bu yazı bir tahlil ya da eleştiri olmadığı için ben, beni ilgilendiren kısımla: persona ve gölgeyle ilgileneceğim. Osamu’nun içindeki soytarı da tahmin ettiğiniz gibi aşırı hüzün dolu ve çok korkaktı. Ama gölge si değildi.

Aslında bugünkü zihinsel dünyamız; kozmik bilincimizde neler barındırdığımız ve nasıl yetiştirildiğimizle buna tüm çevresel faktörler dahil- sıkı bir şekilde ilintili. Hafıza kayıtlarımız oluşmadan önceki davranışlarımıza verilen tepkiler bilinçdışımızı; oluştuktan sonraki tepkiler ise bilişlerimizi oluşturuyor. Ben” diye nitelendirdiğimiz hangi psikolojik öge varsa aslında ortak tepkimeler sonucu oluşan bir bütün, şema ya da nasıl ifade edilirse o.

Konumuza tekrar dönersek Osamu; dış dünyayı, insanları özellikle kadınları hiç anlayamadığını -bundan aciz olduğunu- onlardan bir şey elde etme yolunu onlara istediğini vermek olarak bulduğunu ifade eder. Kendisinin bulduğu yöntem:  Güldürmek. Bu sayede gayet sert mizaçlı babasının bile bir keresinde büyük övgüsüne mazhar olduğunu gururlanarak anlatır.

Pekişen kalıcılaşır, sonuç alınamayan söner. Aslında sistem çok basit. İstendik sonuç aldığımız figürleri daha çok kullanımda tutuyoruz. Bunu öğretmenler, ebeveynler sıklıkla çocuklarına bir davranış değiştirme tekniği olarak da uyguluyorlar. Yani persona; “ben”in, memnun olacağı sonuçları elde etmek için “dış”ın (toplum)  kendisinden beklediğini düşündüğü davranışları daha sık göstermesi sonucunda oluşan karakterdir. Dahası onları sergilemekte -zor da olsalar- ustalaşır ve meziyetler, diğerlerinden ayıran özellikler buna bağlı olarak daha çabuk oluşur.

Yani persona, toplumun yarattığı ben’dir. Bu, personanın toplumsallaştığı ve toplumla uyumlu olduğu anlamına da gelmez. Kimi mafya babasının personası acımasız bir katilken, persona nın tersi olan gölge  si lümpen bir gey olabilir. Persona; toplumsallaşırken taktığımız: “işte olmamı istediğiniz ben” maskesidir.

Uyum becerisi düşük bir insan -ya da özgüveni- persona sının altında ezilir. Onu sergilemeyi sürdürebilmek için yaşam enerjisinin çoğunu kullanır. Geriye kendisine ait çok az bir alan bırakabilir. O da asla asıl kendisi olmaya yetmeyecek bir alandır. Yani bu kişileri doğurur, büyütür ve öldürürüz, kendi yaptığımız bir heykel gibi. Belki milyonlarca insan gibi.

Uyum becerisi yüksek, fazla zeki ya da özgüvenli kişiler persona larını asıl kişiliklerini –gölge- beslemek, büyütmek ve amaçlarına ulaştırmak için kullanırlar. Yani maske, gölge nin amacıdır. Bu defa bireyin toplumun düşmanı niteliğinde olması muhtemeldir. Bu kişiler de gölge yi tehdit eden, sınırlamaya çalışan dünyayı persona sının azabına mahkum eder.

Persona yı oluşturan demek ki bizleriz. Yani Ben in dışı. Yani bireye tepkilerde –geri bildirimlerde- bulunan diğerleri. Onun kendi olmasına alan açtığımızda, gölge siyle persona sının muhteşem birleşimini seyredebiliriz. Tıpkı Osamu’nun bir fahişenin koynunda gözyaşlarıyla içini dökmesi gibi. Ya da afrodit güzelliğinde bir kadının dizlerinize yattığında kahkahalara karışan göz yaşlarını seyretmeniz gibi…

Yorum yap