Obskürantizm karartma demektir; bilmesinlercilik…
Fransızca “obscüre (karanlık)” kelimesinden türetilmiş. Karanlık yap, karart ki, kitle bilmesin. Toplum bilmesin, başkaları bilmesin. Sadece biz bilelim. Sadece bizimkiler bilsin.
Tüm despot yönetimler, tüm monarşiler tabiatı gereği Obskürantistir. Yani karartma uygularlar. Bilgiyi tekele alırlar.
“Anlamasınlarcılık” şeklinde de kavramak lazım bu kelimeyi. Çünkü bilmek anlamaktır.
Hatta biliyor görünsün, biliyormuş zannetsin, gerçeği bilmesin, sahte bilgi ile oyalansın dursun.
Cahiliye diye bir kavram vardır Kur’an’da. Tam da bu kavramın vurgularından biridir. Cahiliye Obskürantizm’dir.

BİLGİYİ KARARTMA, APTALLAŞTIRMA
Bilgi bir güç olarak belli tekellerin eline verilir. Böylece yönettiğinin, sömürdüğünün eline bilgi vermeden, onun emeğini, gücünü ve alın terini, kısaca bu sömürüyü sonsuza kadar sürdürme eylemidir aslında.
Kur’an’da; “Firavun kavmini aptallaştırdı, ahmaklaştırdı (Zuhruf) 43:54” ifadesi yer alır. İşte bu tam bir Obskürantizm’dir.
Soru: Yönetilen insanları nasıl aptallaştırırsınız?
Cevap: Bilgiden mahrum bırakarak…
Çünkü bilgi güçtür. Bilgi sizi özne yapar. Nesne olmaktan kurtarır. Dolaysıyla yönetilenleri nesneleştirip koyduğunuz yerde dursun istiyorsanız, size mutlak itaat edip koyun sürüsü gibi gütmek istiyorsanız, onu obsküre etmeniz lazım. Yani karartmanız lazım. Bilgiden mahrum etmeniz lazım.

HZ MUSA KISSASINDA “SAMİRİ” ÖRNEĞİ
Hz. Musa’nın kavminin yanlarından ayrıldığı bir süreç yer alır Kur’an’da. Samiri bir anda öne çıkar ve insanları etki altına alır. Orada kilit bir kelime söyler; “Görmediklerini gördüm”. Yani buzağın üzerinden onların görmediği bir şeyi gördüm. Bu etkili bir yöntemdir: “Sadece ben gördüm”
Kur’an ise, kendi misyonunu muhatabını karanlıklardan aydınlığa çıkarma olarak koyar. Ve kendisinin mücadele ettiği devrim yaparak devirdiği zihniyeti de karanlık zihniyet olarak koyar. Ve adına cahiliye der.
Cahiliye tam da o. Bilmesinlercilik, bilgisizler toplumu. Karartılmış bir toplum.
Samiri bir tür kendi elitizm’ine atıfla bir karartma yapıyor orada aslında. Niye? Siz bilmezsiniz ben bilirim. Ben gördüm. O zaman ne olacak? Samiri’yi mürşit edinin. Samiri’yi şeyh edinin. Samiri şeyhiniz olursa ne olur? Buzağıya taparsınız. Özetle tüm Samiriler böyledir.

OBSKÜRANTİZM’İN TARİHİ
Bu olayın tarihsel arka planı var. Sümer’de yazının mabede ve ruhban sınıfına hasredilmesi bir obskürantizmdi, karartmaydı. Yani bilmesinlerciliğin başladığı noktadır Sümer… Yazı sadece mabede hasredilir, sadece ruhban sınıfı yazardı. Depoların rakamlarını dahi ruhban sınıfı tutardı.
Toplum cahil bırakılırdı. Çünkü yazı başkalarına öğretilmezdi. Tehlikeli addedilirdi. Yazı sadece ve sadece ruhban sınıfının tekelindeydi. Peki, ruhban sınıfı kimin tekelindeydi? Elbette kralın. Onun için halka, sıradan insana, yazıyı öğretmek de suçtu, bu suçu işleyenler cezalandırılırdı.

VE KİLİSENİN KARARTMASI
Aynısı kiliseye geçti. Neden İsa’nın dili Aramice de, kilisenin dili Latincedir? Hiç bu soruyu sorduk mu? İsa Latince bilmezdi ki.
Çünkü “Latince İncil” kilisenin incilidir, İsa’nın incili değil. Ve Hristiyanlığın kurucusu da İsa değil, kilisedir. Kilise ise, bilgiyi manastırlara ve kiliselere hasretmiştir. Ruhban sınıfının tekeline almıştır. Çünkü bilgi güçtür ve gücün başka ellere geçmesini istemez. Gücü elinde tutmak ister. Dolayısıyla papa otoritedir. Papa kralların kralıdır. Ve tacı papa kuşatır, koyar kralın başına. Yani papaların eliyle giyer tacı bir kral. Dolayısıyla papa giydirmezse eğer, o kral olamaz.

RÖNESANS BÖYLE BAŞLADI
İngiltere kralının eşini boşamak isteyip boşayamaması üzerine, İngiltere ayrı bir kilise kurmak zorunda kaldı. Ve papa aforoz etti İngiltere kralını. İngiltere de Anglikan kilisesini kurdu Ve İngiltere kralı kilisenin papası oldu.
Ama asıl golü Martin Luther attı. Ne yaparak attı? Kilisenin Latince tekel özelliğini kırdı ve incili Almancaya çevirdi. Onun için de aforoz edildi. Eğer kilise eline geçirseydi yakacaktı Luther’i. Ama alman prensleri ona sahip çıktılar.
Aynı zamanda Kalvin de incili Fransızcaya çevirdi. Böylece Fransa’nın da önü açıldı. Avrupa’da Rönesans’ı başlatan olaylardır bunlar. Rönesans; kilisenin bilgi tekeli kırıldıktan sonra, Avrupa’nın yeniden dirilişi demektir.
Karanlık çağının bitişi ve aydınlanma böyle başladı. Bilimler böyle serpildi. Kant’ın tanımıyla insanın kendi aklıyla sorgulama yetisini kullanabilmesi, ancak bu uzun mücadelelerden sonra gerçekleşti.

KUR’AN’IN KARŞI DEVRİMİ
Peki, Kur’an’ın Obskürantizm’e, yani cahiliyeye karşı bir devrimi oldu mu? Elbette ki oldu.
İlk emir “OKU”. Cahiliye ile mücadele etmenin ilk şartıdır Okumak. Kendisine inanan herkese “OKU” diyorsa, bilgiyi seçkin zümrenin elinden, tekelinden çıkartıyor demektir.
Bilgiyi genelleştiriyor Kur’an. Gerçekten bu üniversalizmdir, evrenselcilik budur.
Herkes okumaya başlayınca, ruhban sınıfının tekelinde olan bilgi, artık herkese eşit mesafede oldu. İmkân eşitliği ve fırsat eşitliği doğdu.
İşte Kur’an, o günkü dünyada ezoterizmleri (bilgiyi güç olarak gizlemek) yıkmak için ilk emri “OKU” dedi. Artık; “Bu gizli bilgiyi biz elimizde tutuyoruz, dolayısıyla siz bilmezsiniz biz biliriz”. Yahut “siz bilmezsiniz efendi bilir, siz bilmezsiniz şeyh bilir, siz bilmezsiniz Üstad Guru bilir, siz bilmezsiniz rahip bilir” mantığını yıkmak içindir ilk emrin “OKU” olması.
İkincisi, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, ilk ayetlerde Kur’an’ın öğüdü oldu zımnen. Nasıl yaptı? Kalemle yazmaya yemin etti.
Kaleme dikkat çekiş, aslında Allah resulüne zımnen şu emri vermekti: “Artık sözlü kültürden yazılı kültüre geçin”. Niye sözlü kültürün sorunu ne? Bilginin sahihini sahtesinden, doğrusunu eğrisinden, yalanı essahından ayıramaması ayrılamaz hale gelmesidir. İşte bunun önüne geçti Kur’an kalemle yazmaya atıf yaparak.
Kur’an’ın mücadelesi gerçek bir Obskürantizmle mücadeledir, Karartmacılıkla, bilmesinlercilikle mücadele…

ALLAH RESULÜ BİLGİYİ YAYDI
Allah Resulünün bu mesajı almasının en tipik örneğini Bedir Esirlerinde görüyoruz? Her bir esiri üç-dört bin dirhem para karşılığında serbest bırakma imkânı olmasına rağmen, Allah Resulü “on kişiye okuma yazma öğretmeyi” serbestlik bedeli olarak şart koştu.
Peki, Allah Resulü kimlere okuma yazma öğretileceğine dair bir liste de koydu mu önlerine?
“Şunlar has gurup, bunlara öğretin, onlar benim has adamlarım. Dolayısıyla öğrenimi yaymayın. Okuma yazmayı yaymayın. Belli bir zümrenin içerisinde kalsın. Bunlar da bizim ezoterikler olsun” dedi mi? Demedi. Liste verdi mi? Vermedi. “Kim gelirse önünüze on kişiye öğreteceksiniz” dedi. Alın size Obskürantizmle, karartmacılıkla, bilmesinlercilikle müthiş bir mücadele…

KİŞİSEL MUSHAFLAR
Kişisel Mushaflara izin verdi Allah Resulü. On beş ila otuz arasında kişisel Mushaf vardı Peygamberin sağlığında. Allah Resulünün ağzından dökülen ayetleri herkes kendi sırasına göre, kendi tarzına göre yazıyordu.
Mesela en başta Hz. Ali’nin Mushaf’ı vardı. Hz. Aişe’nin kendi özel Mushaf’ı vardı. Abdullah İbni Mesud’un Mushaf’ı vardı. İbni Mesud Mushaf’ını yakmadığı için, Osman’ın işaretiyle caminin içinde Osman hutbedeyken öldüresiye dövüldü ve üç gün sonra o dayaktan dolayı öldü. Alın size obskürantizm.

KARARTMACILIĞIN BAŞLANGICI
Soru: Allah Resulünden ve Kur’an’ın devriminden sonra, Obskürantizm savunucuları nereden çıkmış oldu?
Cevap: Emevilerin içinden. Osman’ın başlattığı karartmaya Muaviye mum dikti. Ve gerçek obskürantizm Emevilerle başladı.
Önce, kendi yeni ruhban sınıflarını oluşturup mescidi beğenmediler. Mescidin yerine kilisenin tercümesi olan Cami kelimesini koydular. Ve kiliseyi İslam’ın ve Müslümanların içine taşıdılar. “Eklesia”nın tercümesidir Cami kelimesi. Mescid Kur’an’îdir ve yeryüzü mescid kılınmıştır.
Aynen katedral sistemine geçtiler. Çünkü camiler aynı zamanda zalim yönetimin propaganda merkezine dönüştü. Dolayısıyla namazı, cumayı, cemaati yani kalabalığı, kitleyi, sayıyı, rakamı tapınacak bir şey gibi görüp onun üzerine oynadılar.

ANA DİLDE İBADET
Anadilde ibadetin yasaklanması Emevi Obskürantizminin bir devamı olarak görülür aslında. Anadilde ibadet başlangıçta serbestti. Selman ilk defa Fatiha’yı tercüme edip İranlı Müslümanlara gönderen kişidir.
Ebu Hanif neyi savunuyordu? Ebu Hanife demiyorum, çünkü Hanife diye bir kızı yok. Hanifliğin babasıdır. Haniflik; “dini sadece Allah’a mahsus kılmaktır”. Hanifliğin babası o büyük imam, adam gibi adam da, anadilde ibadeti savunuyordu.
Peki, Şâfi Obskürantizm’e nasıl katkı sağladı? Arapçayı Allah’ın dili, Cennet’in dili olarak kodlayarak yaptı bunu. Arap diline kutsiyet atfetti. Ve ondan sonra bugün hala Şafi bölgelerde, o bölgenin halkının konuştuğu dil hiç girmez hutbeye. Arapça olmalıdır yoksa olmaz.
Hutbe, Arapça başlayacak, Arapça bitecek. Mesela, Malayca konuşan bir adamın dili hutbeye girmeyecek. Şimdi ne anlar peki bir Malay Arapçadan? Yani tutalım ki bir kişi 40 sene Cuma’ya gitmiş olsun, her sene 52 Cuma, 40 senede 2080 Cuma’ya gelmiş olsun. Eğer doğru dürüst hutbe dersi olsa, adam gibi bir hutbe verilse, bu müddet içinde birkaç üniversite mezunu olurdu.

BU ÜMMET NİÇİN BU KADAR CAHİL?
Niye böyle ümmet? Aslında ümmet diye de bir şey yok ya. Olmayan ümmet.
Kütle niye bu kadar cahil diye soruyorsanız, mesela Şafi’nin Obskürantizm’e büyük katkısı vardır da ondan.
Yine Gazali’nin Obskürantizmi var. Gazali’ye atfedilen bir eser vardır “El-Maznunu Bihi Ala Gayri Ehlihi” diye. Yani, “Ehlinin dışındakinin okuması caiz olmayan” kitap yazmış, adını da böyle koymuş. Ehli kim? Yani sen bir gizli ezoterik kitap yazıyorsun. Ayrıca kitabın içindekiler tevhide göre savunulamayacak şeyler olduğu için Gazali’ye nispeti inkar edilir. İnkar yiğidin kalesidir zaten. Şark kurnazlığıdır bu.

OSMANLIDA OBSKÜRANTİZM
Daha ilginç bir obskürantizm var. Osmanlı’nın hüküm yürüttüğü alanda 10’dan fazla başka dine inanan kavimler vardır. Yani Hristiyanlığın farklı mezheplerine inanan kavimler bunlar. Macaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Bulgaristan gibi bugünkü devletler hep Osmanlının bünyesinden çıkmış.
Soru: Bu ülke insanların diline bir tek Kur’an tercüme edilmiş mi?
Cevap: Hayır, öyle bir şey yok. Hiç öyle bir teşebbüs bile yok.
Peki ya, Osmanlı’nın bu Kur’an’ı tercüme ettirmeme işi diğer kitaplar için de geçerli mi? Hayır, değil.
Mesela; baştan sona şirk, hurafe, yalan, dolan, dine karşı sıkılmış bir kurşun olan “Muhammedîye” diye” isimli bir kitap var. Muhammed Bican diye biri yazmış. Yine Trakya’da doğmuş büyümüş Ahmed Bican var. Ahmed’in yazdığına da “Ahmediye” denir. Osmanlı halk dindarlığının Kur’an’ı mesabesindedir bunlar, Mevlitle beraber. Muhammediye tercüme edilmiş 15.yüzyılda, ama Kur’an başka dillere tercüme edilmemiş.
Bir de aynı gruptan sayılacak “Mızraklı İlmihal” vardır, ama mızrağı gizlidir. Yani gizli gizli imana girer.
Kur’an Osmanlı medreselerinde, aslında yok hükmündeydi. En üst dereceye gelmeye sabrederse eğer bir talebe, bilmem kaç yıldan sonra bir iki ciltlik meşhur bir iki tefsir okutulurdu. Mesela, Kadı Beydavi’nin tefsiri gibi…
Kur’an’ı en son sıraya niye koyuyorsun? En üst dereceye gelmeden öğrenilmesi gerekmez miydi Kur’an’ın? İmanın ABC’si değil midir Kur’an? İman Kur’an’la başlamalı değil mi? Allah Resulünün imanı Kur’an’la başladı. Sahabenin imanı Kur’an’la başladı. Niye Kur’an’ı karartıyorsunuz? İnsanları Kur’an’dan niçin ayırıyorsunuz, neden kopartıyorsunuz?

ANLAMAMA OBSKÜRANTİZMİ
Aynı şey bugün de geçerli değil mi? Bazı tarikatlar varlığını buna hasretmiştir: Kur’an’ı anlamasınlar. Okumasınlar değil, anlamasınlar. Zaten anlamıyorsanız okumak değildir ki o. Yani telaffuz etsinler, seslendirsinler, nakarat etsinler, teganni etsinler, beste gibi okusunlar, şarkı türkü gibi okusunlar ama sakın anlamasınlar. Alın size dev bir obskürantizm.
Niye? Anlarsa ne olur? Anlarsa onun din diye anlattıklarının uydurma olduğunu, hurafe olduğunu, sahte bir din olduğunu anlarlar da ondan. Dinin o olmadığı, onun dinsiz olduğu anlaşılır.
Dahası, onun Allah dediğinin Allah olmadığını, Peygamber diye anlattığının Peygamberin kopyası, karikatürü olduğunu, sahte bir ilah uydurup adına Allah dediklerini anlarsın.
Kur’an’ın yerine paralel Kuran’lar, Kâbe’nin yerine paralel Kâbeler, Peygamberin yerine paralel Peygamberler, Allah’ın yerine de paralel ilahlar icat ederler. İşte obskürantizmin boyutu bu. Zararları daha saymakla bitmez.

BİLGİSİZLİĞİ FARK ETMEMEK
Peki, insanlar neden bilgiye açlıklarını fark etmiyorlar? Neden insanlar zincirlerini kırdıklarında ilk koştukları ekmek oluyor, oyun oluyor, neşe oluyor, yalan oluyor, hurafe oluyor, mitoloji oluyor, masal oluyor, film oluyor da, neden ilim olmuyor?
Bu, insanları eğitenlere, devleti yönetenlere sormamız gereken soru. Siz nasıl eğitiyorsunuz insanları? Nasıl eğitiyorsunuz ki insanlar bıraktığınızda bilgiye koşmuyor. İnsanların eğlencelerine harcadıklarının 40’ta 1’ini ilme vermiyorlar kişisel bütçelerinden. İnsanlar evlerinde şark köşesi, garp köşesi, hobi köşesi, bilmem ne köşesi yaptıkları halde, her evde şöyle küçüğünden de olsa, esaslı eserlerin bulunduğu bir kütüphaneyi şart görmüyorlar.

GELİNLERİN ÇEYİZİNDE NEDEN KÜTÜPHANE YOK?
Neden çeyizlere her türlü naneyi dolduruyorsunuz da, çeyize bir kütüphane koymuyorsunuz? Neden bunu akıl etmediniz? Siz değil miydiniz iman ettiğiniz umdelerin içine “kitaplara imanı” koyan? Yani sizin kitabınız bunu emretmedi mi?
İman, eğer eyleme yansımıyorsa, hayatta karşılığı yoksa o iman imansızlıktır.

“İYİ Kİ OKUMAMIŞIM” DİYENLER VAR
Baksanız ya; “İyi ki okumamışım” diyen hocalar var. Kitaplılığı alçaltıp, kitapsızlığı yüceltiyoruz.
Bir Üniversitenin Rektör Yardımcısı; ““Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır” diyebiliyor.
Bunlar aklı alçaltıyor; “Akılla cenneti bulamazsınız” diyorlar. Peki, ne ile bulursunuz? Delilikle mi, aptallıkla mı, sürülükle mi? Hâlbuki “Aklı olmayanın dini yoktur.” Niye? Mükellef değildir. Din mükellef içindir de ondan.
Alın size obskürantizmin kitlesel bir zehri.

İHALE OBSKÜRANTİZMİ
Bir de siyasi obskürantizm var ki, içinde bulunduğumuz genel obskürantizmin dehşet verici bir devamı olan, içten içe gerçek pisliğine mahkûm olduğumuz bir durum.
Eminlik vasfı ondan kalkmıştır, güvenilir değildir. Eminlik vasfı kalkandan müminlik vasfı da kalkmış olur.
Şeffaflığın olmadığı her yerde obskürantizm vardır. Şeffaflık obskürantizmin, yani karartmanın ve cahiliyenin düşmanıdır. Onun için şeffaflığın olmadığı bir yerden yani şeytandan kaçar gibi kaçmak lazım. Niye? Karartılmıştır da ondan…
Orası karartılmışsa eğer, oradaki karanlığın şerrinden Allah’a sığınılır:
“Kul euzu bi Rabbil felak, min şerri ma halak ve min şerri ğasikın izâ vekab.” Eyvallah. Karanlığın şerrinden Allah’a sığınmamız lazım geldiğini söylüyor Rabbimiz. Karanlığın şerri var mıymış? Var işte. Çünkü karartma yapılıyor orada.

MEDYATİK OBSKÜRANTİZM
Gerçekleri saklayan ve yalan söyleyen bir medya var ise, o zaman alın size medyatik obskürantizm ve tam anlamıyla şeytanın vazifesini işleyen, yani okuyucusunu karanlıklara yönlendiren bir medyadan söz edilir.
Bunlara ilaveten akademik obskürantizm, bilimsel obskürantizm. Hayatın diğer alanlarındaki teolojik obskürantizm, sosyolojik obskürantizm, psikolojik obskürantizm. Bunu diğer disiplinlere de yaymak mümkün.
Her alanda karartma, cahil bırakma, bilmesinlercilik mümkün. Kim hangi alanda bunu yapıyorsa o alanın obskürantistidir. Yani o alanın Ebu Cehil’idir.

OBSKÜRANTİZMİN LİNÇ KÜLTÜRÜ
Çok şükür, karanlığı yırtmaya çalışan, aydınlığa çağıran gruplar var. Aklını kullanıp insanlığı hayra çağıran gruplar var. Bunların da son dönem de başına gelen bir linç kültürü var ki, bu Allah resullerinin başına gelmedi diye iddia etmek çok saçma olur. Herhalde tüm peygamberler, tüm nebiler bunlarla karşılaştılar.

SOKRATES NEDEN LİNÇ EDİLDİ?
Daha doğrusu neden baldıran içmeye mahkûm edildi ve öldürüldü? Obskürantistlerin, aydınlanmaya, yani bilgiye karşı açtıkları savaşın bir uzantısıydı Sokrates’in öldürülmesi. Sokrates, Atina’nın gençlerini aydınlatıyordu ve Atina’yı elinde bulunduran Otuzlar Meclisi bunu istemediler. Niye? O zaman onların monarşisi, aristokrasisi yıkılacaktı; sarsılıyordu zaten.
Sokrates’i iki şeyle suçladılar: Gençlerin ahlakını bozmak; bir de tanrılara hakaret etmek. Oysa aslında Sokrates’in eleştirildiği Atina’da ikiyüzlü sahte dindarlık ve uyutulan gençler vardı. Amaç, Atina’daki gençleri uyandırmaktı. Zaten yaşlıları uyandıramıyordu. Yaşlılar zaten bilgiye kapalılar.
Bilgiyi gençlere veriyor; onun için pazarlarda, kimi bulursa onlara; “Size hakikati anlatıyorum” diye şarlatan, vaaz veren, sofistler var ya; bunların hakikat dedikleri hakikat değil. “Ben hakikattin ne olduğunu biliyorum demiyorum ama onların hakikat dediklerinin hakikat olmadığını biliyorum. Bundan eminim” diyordu.

PEYGAMBERLER TARİHİ OBSKÜRANTİZMLE MÜCADELE TARİHİDİR.
Tüm peygamberlerin hayatı aslında bir tek cümleye indirgense, “Obskürantizm’in bilgiye karşı savaşı” olurdu.
Peygamberlerin yanlarındaki o yoksul, ezilmiş, zayıf kitlelerin olmasını kınayan bir toplum vardı karşılarında.
Diyorlardı ki “Sen iyisin ama şu yanındakiler, döküntü. Onları kov etrafından, biz de gelelim”
Aslında demek istiyorlar ki; “Sen de bizim gibi ezoterik davran. Bilgiyi gizle, bilgiyi bir güç olarak kullanmamıza izin ver ve bu bilgi üzerinden biz tahakkümümüzü otoritemizi, hükümdarlığımızı, sultanlığımızı yürütelim”.
Tüm peygamberin mücadelesinin ana ekseni hep bu bilgi tekelini kırmak olmuştur. Onun için bilgiyi tabana yaymak, aynı zamanda sınıfları oluşmasının önüne geçer ve sınıf mücadelelerine son vermektir.
Eğer siz servetin adil bölüşümünü sağlarsanız; ezen ve ezilen sınıf çıkmazına saplanmaktan korunursunuz, kurtulursunuz başka türlü kurtulamazsınız.
Servetin adil dağılımı, aynı zamanda adaletin de varlığı, hukukun varlığı, özgürlüğün de varlığıdır.
Özgürlüğü siz belli bir elit zümreye hasrediyor, ama gerisini de onların kölesi olmaya mahkûm ediyorsanız siz aslında aynı şeyi yapıyorsunuz. Obskürantizm ile bilgiyi tekelleştirip, toplumu sınıflaştırıyorsunuz.
Aslında bunun temelinde “Liyakat ve Ehliyet” yatıyor. Bilgi deyince, bilgiye beceriyi de katmak lazım. Tecrübeyi de, tekniği de, sanatı da bilgiye katmak lazım.

FİRAVUNUN SİHİRBAZLARI
Kısaca tüm peygamberler tarihi, temelde Obskürantizm ile mücadele tarihidir. Bunu açıkça görüyoruz. Obskürantizmi, Musa’da Samiri temsil ediyordu, Firavunun yanında da sihirbazlar temsil ediyordu. Hepsinin görevi bilgiyi karartmaktı.
Hz Musa paradigmayı yerle bir etti. Karartmayı içinden aydınlattı. “Bakın sihirbazların yaptıkları numaradır, inanmayın” dedi. Musa’nın değneği sihirbazların sahte yılanlarını yedi.
Musa’nın asasının yılan olmasıyla 1400 yıldır uğraşıldı.
Müslümanların asıl yoğunlaşmaları gereken yer asa değil, O asanın temsil ettiği şeydi. O asa bilgiyi temsil ediyordu ve karşıdaki sihirbazlar da Obskürantizm, karartmayı temsil ediyorlardı.

İBLİSİN ÂDEME OBSKÜRANTİZMİ
Âdem İblis kıssasında, İblis Obskürantizmi temsil eder. Yani bilmesinler, bırak cahil kalsınlar.
Âdemi ve eşini cahil bırakmak için ilk operasyonu nasıl çekiyor bakar mısın? “Ebedileşmek istemez misin?” Yani aslında, “Masum olmak istemez misiniz?” Masumiyet tezi, bu kandırmacanın adıdır.
Sünnilerin sahabeye yükledikleri “ Kullü Udül”, “Hepsi Adildir, Masumdur” prensibi neyse, İblisin o bahçede Adem ile eşine yüklediği ve Şiilerin imamlara yükledikleri masumluk tezi de budur. “Siz de Masum olmak istemez misiniz?” “İki melek olmak istemez misiniz?” Alın size Obskürantizm.

İBLİSİN ATEŞTEN OLDUĞU OBSKÜRANTİZMİ
Daha acayip Obskürantizm var İbliste. Kendi mahiyeti hakkında karartma, Obskürantizm yapar: “Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu topraktan yarattın”
Ateşin hammaddesinin, toprağın hammaddesinden daha üstün olduğunu kim söyledi? Nedir bunun delili ve bilgisi? Ateş bir şey üretmez aslında, ateş kül üretir. Ama toprak hayat üretir.
Ayrıca ateşle toprağı ayırmak da nereden çıktı? Her toprak ateşin çocuğuydu aslında. Yeryüzü güneşten kopmuş bir ateş parçasıydı, magmaydı. Dolayısıyla ateş de toprağın sonucudur.
Özetle, ateşle toprak mahiyet olarak birbirinden ayrılamaz. Yumurta tavuk misali… İşin hakikatini bilince İblisin Obskürantizmi nasıl çöküverdi.

OBSKÜRANTİSTLER KARANLIĞI SEVERLER
Karartmacılar yarasa tabiatlıdır, aydınlığı sevmezler. İçinden aydınlanmayan dışını aydınlatamaz. Karanlık onların kalplerindedir.
Onun için de yıldızlara düşmanlar. Güneşe düşmanlar. Ortalığı aydınlatan herkese, her şeye düşmanlar. Linç ederler, karartılar; karartmayanı da düşman ilan ederler. Kim kendi karanlıklarını aydınlatmaya kalkarsa ona en kötü şeyleri reva görürler. Onu en büyük hasım ilan ederler. Onlar için bu bir varoluş nedenidir. Çünkü böyle var olurlar. Onları var eden karanlığın kendisidir.

OBSKÜRANTİSTLER KALLEŞTİRLER
Onların düşmanlıkları bile düello üzerinden değil, pusu üzerindendir. Düelloya çağırırlar, ama pusu kurarlar. Fıkıhları hiledir, “Hile-i şeriyyedir”. Yasal hile, meşru hile, yani hilenin hile olduğunu bilerek hile yaparlar.
Savaşları mı? Savaşları da münafıklıktır. Nasıl mı? “El-Harbu hud’atun.” “Savaş hiledir” sözünü mübarek Peygamberin ağzına koymuşlardır. Hâlbuki harp hile değildir. Savaşın da bir ahlakı vardır.
Adam gibi savaşmazlar. Adam gibi barışmazlar. Adam gibi dost olmazlar. Adam gibi düşman bile olmazlar.
Dolayısıyla buz gibidirler. Güneşi görünce erirler. Onun için de güneşi ellerinden gelse öldürürler. Güneşe düşmandırlar. Bilgi güneş gibidir. Bilgi ışık gibidir. Bilgisizlik karanlıktır. Cehalet karanlıktır. Bunlar cehaletin çocuklarıdır. Karanlıkta var olurlar. Karanlıkla var olurlar.

OBSKÜRANTİZMLE MÜCADELE
Virüsle mücadeleden öncellikli mücadeledir karanlıkla mücadele. Yani karartmayla mücadele, bilmesinlercilikle mücadele. Cehaletle mücadele.
Bayrak şairi, Naat şairi Arif Nihat Asya’yı rahmetle anmış olalım:
“Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet altın devrini yaşıyor.
“Ebu Leheb öldü” diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!”
Dolayısıyla herkes kendi Ebu Cehil’iyle mücadele etsin.
Herkes kendi obskürantizmiyle, kendi alanının obskürantistleri ile mücadele etmeli. Eğer dini alanda bir ihtisasınız varsa, o konuda uzmanlığınız varsa, teoloji alanında otoriteniz var ve söz sahibiyseniz, sizin boynunuza bir borçtur, Teoloji alanında ilahiyat alanındaki Obskürantizmle savaşmanız.
Çünkü bu savaş, Ebu Cehille Allah Resulünün savaşının bir devamıdır.
Yolumuzu Kur’an ışığıyla aydınlatıp bizi obskürantistlikten kurtaran Allah’ım. Seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz.
Aydınlık bir ömür diliyorum.

11 Ocak 1945 tarihinde Samsun'un Havza ilçesinde doğdu. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ni bitirdi. 1989 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Biyoloji Eğitimi Ana Bilim Dalı'nda profesör oldu.

Yorum yap