Paylaş

Koşu bandı, özellikle spor meraklılarının vazgeçemediği önemli bir cihaz. Yağ yakmak ya da kalp sağlığını korumak için en çok kullanılan spor aleti olan koşu bandının çok enteresan bir tarihsel hikayesi var. Koşu bandı hayatımıza 1818 yılında İngiliz mühendis Sir William Cubbitt tarafından sokuldu; ancak üretim amacı, sağlıklı yaşam sağlamak ya da yağ yakmak değildi. Bir işkence cihazı olarak tasarlanmıştı.

Cubbitt, St. Edmunds Hapishanesi’ndeki mahkumların tembel tembel yattığını gördüğü zaman çok ilginç bir fikre kapıldı. Bu mahkumların kas gücünden faydalanılabilir ve daha etkin ceza çekmeleri sağlanabilirdi. Böylece Cubbitt, ilk koşu bandını tasarladı. İlk koşu bandı, aslında kendi etrafında dönen dev bir cıvataya benziyordu. Bir düzine mahkum koşarak bu cıvatayı döndürüyorlardı. Bu, düz koşu yerine daha çok devamlı olarak merdiven tırmanmaya benziyordu. Mahkumlar dururlarsa düşecekleri için devamlı hareket etmek zorundaydılar. Onların bu hareketi, buğdayların öğütülmesi, suyun çekilmesi ya da madenlerin havalandırması için gereken enerjiyi sağlıyordu. Mahkumlar, günde en az altı saat bu cihazda koşuyorlardı, bu 14.000 basamaklı bir merdivene tırmanmaya eşdeğerdi ki bu Everest’e tırmanmayla eştir.

Bu alette çok sayıda mahkum hayatını kaybetti, koşu bandı 19. yüzyıldaki hapishanelerin kötü koşullarının sembolü olarak kaldı. Bunun sonucunda 1889’da koşu bandının kullanımı yasaklanmıştı.

Koşu bandının tıbbi kullanımı, çok sonra 1952 yılında Dr. Robert Bruce tarafından, çalışma arkadaşının üstünde yaptığı deneylerden sonra başladı. Bruce’un bulguları, bugün Bruce Protokolü olarak bilinen, kalbin doğru çalışıp çalışmadığı testinin temelini oluşturdu. Koşu bantları, 1960 ve 1970’lerde, kardiyo egzersizlerinin popüler olmasıyla önce spor salonlarına ve daha sonra evlerimize girdi. Böylece bir işkence cihazı ironik bir şekilde sağlıklı yaşamın önemli bir ögesi haline geldi.

 

Kaynak : Bilimsel Gizemler ve Yalanlar – Enis DOKO

Kendim için yazıyorum.

Yorum yap