Paylaş

Kendimden yola çıkarak diyebilirim ki, “Müslüman” bilinci ve bu bilince dayanan serüveni(mizi) “Paket Programlara” benzetiyorum. Doğumdan ölüme/beşikten mezara neredeyse her şey bellidir. Kurtuluş da o nedenle kolaydır. Mesela günde bir saatini (namaza) ayırırsan kurtulursun. Günahlardan uzak dur, haram yeme büyük ölçüde sorun kalmaz. Müslümanlığımızın gereği olan sorumluluğumuz, toplumun kirinden uzak durmaktır; kirlendiysek toplumdan ve kirinden arınmaktır. Biz ve toplum… Reçeteler…

Doksanlı yılların rahlesinden geçmiş ve o süreçte “İslami Hareket” eğitimine tabi tutulmuş zihinlerimizin tarihe ve Kur’an’a bakışı da bu “Paket Programlardan” nasibini almıştır.

Hz. İbrahim, çağın putlarını kırabilmenin cesaret tohumu ve rol modelidir. Baban da olsa, karşı duracaksın yanlışa ve tüm put yapıcılarına. Nemrud’lar ateş ile tehdit ederse, mancınığa doğru ilk adımı korkmadan sen atacaksın. Yanmak mı? İsterse kül olurum, isterse gül olurum; nasıl isterse. O, hiç “Batmayan” ve bu nedenle de çok sevdiğim Rabbimdir. İbrahim (a.s.) bir gece vakti kırarken tüm putları; hangimizin kalbi orada o’nunlaymışız gibi hızlı hızlı atmamıştır ki? Ve astığında baltayı en büyük putun boynuna hangimiz kıkır kıkır gülmemişizdir? Ya ateş yakmadı diye sevinmek! Bak, hâlâ kutsaldır Balıklıgöl.

Peki ya Hz. Musa! Ne demekti bizim için? “Bütün çocukları öldürseniz de elbet bir Musa (a.s.) sağ kalacak!” İnsanın bütün bazı duvarlara bir gece bunu yazası gelir(di). Bu cümleyi tüm müstekbirlerin korkulu rüyası yapmak isterim/isterdim. Elinde asası Tuva Vadisinden dönerken Firavunun ülkesine, ardı sıra yürümedik mi! O belki Harun’u (a.s.) istedi yanına; ancak istemese de biz Onunlaydık. Gönlümüzden az geçirmedik tüm firavunlara gitmeyi ve gerekirse yumuşak söz söylemeyi, kâr etmezse elimizdeki asa ile hadlerini bildirmeyi…
Hz. Musa ve kardeşine “Mısırda evlerinizi karargâh edinin” (Yunus: 87) emrini hangimiz kendi üzerimize almadık.
Bu açıdan Hz. Musa demek Firavunlara ve onların düzenlerine bir başkaldırı ve itiraz, bir meydan okuma demektir. Allah dilerse tüm firavunları Kızıldeniz’de boğar.

Doksanlı yılların bizleri için hak yol, batıl düzenlere itiraz etmektir. Firavun ve alayına karşı gelip Kızıldeniz’i Hz. Musa ve Hz. Harun ile birlikte geçmektir. Hz. Nuh’un mücadelesinde o’nun yanında yer almak ve o’nunla birlikte gemiye binmektir. Gömleğimiz arkadan yırtılsın diye Züleyha’yı reddedip zindanı tercih etmek; Hz. Lut’un yanında durup, o çirkin fiili işleyenleri kınamaktır.

Ma’beddeki tüm o kibir abideleri ve yalakalara rağmen biz de Hz. Zekeriyya’ya yardım ettik ve Hz. Meryem’in hücresini yapmak için odun taşıdık.

Ve doksanlı yılların bizleri biliyorduk ki, hakikat yolcuları hep az olur. Dik duranlar, korkmayanlar, itiraz edenler, baş kaldıranlar, düzene ve yönetime boyun eğmeyenler hep az olur. Tıpkı şimdi az olduğumuz/az kaldığımız gibi. Hem zaten “insanların çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar.”

Sapmadık/aldanmadık/yanlarında durmadık.
Tıpkı bizden öncekiler gibi…

Lakin öyle inanıyorum ki, bir şeyler yanlış, eksik ve KOLAY. İtiraz etmek, karşı gelmek, HAYIR demek, LA demek, Putları Kırmak, Firavunları Boğmak, Gemi Yapmak ve Binmek… Biraz fazla KOLAY ve (geldi bize).

Şimdi burada filmi durduralım ve yeni senaryolar yazalım.
Âzer pişman olsa ve eliyle yonttuğu taşlara tapmaktan vazgeçse, Nemrud da Hz. İbrahim’e bir teklifte bulunsa: Mancınıklar insanları yeterince uzağa atamaz ve ateş her zaman yakmaz; Anladım. Gel o zaman pes ediyorum. Bu Mezopotamya halkını felaha çıkaralım, bu insanların insanca ve kardeşçe yaşaması için bir şeyler yapalım deseydi,
Firavun: “Musalar öldürülmekle bitmiyormuş, ben de büyücüler gibi Senin Rabbine iman ettim, Mısır senindir” deseydi,
bu hikayeler/filmler nasıl devam edecekti? Karşılarında durdukları ve batıl oluşlarını yüzlerine vurdukları bu toplumların/kitlelerin yanlarında durduklarında neler yapacaklardı.
Nasıl yapacaklardı?
Onca insan
Onca sorun
Onca devlet
Onca siiyaset
İçlerinde nefes gibi taşıdıkları tarih ve kültürleri, alışkanlıkları
Peki ya mecburiyetler?

Merak ediyorum: Bir avuç İsrailoğulları ile çölde yıllarca uğraşan ve her defasında ihanete uğrayan Hz. Musa’ya koca Mısır verilseydi ne yapacaktı.
Peki soruyu daha doğru sorayım: Mısır ve Mezopotamya bize verilseydi, ne yapacaktık. Elimizde BALTA ve ASA, karşımızda NEMRUD ve FİRAVUN olmadan; o coğrafyaya, onca insana ne diyecek ve ne yapacaktık?

Sahi, hiç düşündüğümü hatırlamıyorum ve o dönemde “büyükler”imden de hiç duymadım: Hz. Nuh’a kavmi 950 yıl karşı gelmeseydi de itaat etseydi; Hz. Nuh o toplumu nasıl idare edecekti. Hangi sorunu nasıl çözecekti. İtiraf edeyim, yıllarca uğraşmak yerine atlayıp gemiye gitmek daha kolay geliyor bana. İnsana şekil vermek mi, odunları gemi yapmak için yontmak mı? Odun yontmak daha kolaydır. Nemrudun bıraktığı enkazı düzeltmek mi, ateşte yanmak mı? Tamam yanmak zor ancak, bırakıp her şeyi Kenan Diyarına gitmek daha kolay bana. Akrabalarım olan İsrailoğulları mı, kadim Mısır mı? Cevabı benim için belli…

Peki neden böyle (Haydi kimseyi yargılamayayım, kendim için cevaplayayım)?
Çünkü yanlışı dile getirmek, itiraz etmek, dik durmak, Hayır demek, reddetmek, (canınızdan korkmuyorsanız) daha kolaydır. Devrim ve devirmek kolay; ya inşa etmek, birlikte yaşamak, birlikte yürümek, düzeltmeye ve düzelmeye ikna etmek, ispat etmek zordur.

Bir işaretiniz ile ayı ikiye yarabilirsiniz, ancak kalpleri yarılmış, fitne ve fesad girmiş toplumu, insanları birleştirmek zordur. Hepimiz için Ebu Cehil’e ve Ebu Leheb’e karşı gelmek kolaydı. Savaş meydanında şehid olmak, sefere çıkmak, cihad etmek… O da kolaydı. Peki ilk dört halifenin üçünün öldürülmesine zemin oluşturan faktörleri yıllar önce görüp o zamanın dokusuna göre tedbir almak?
İnfak kolay, ya nifak?

Dikkat ettiyseniz, doksanlı yılların eseri olan bende/bizde gündem hep BİZ olmuştur. Devlet, toplum, yönetim, savaş, cihad, Ma’bed ve din adamları… SİZe karşı BİZ olma, SİZe karşı mücadele

Peki ya şahsiyet, ben, benlik, kişilik, sabır, tevbe, pişmanlık…
Aldığı vahiy desteği ve sabrı harici Hz. Nuh’u özel kılan acaba başka hangi meziyetleri vardı. Nasıl sabredebildi?
Salih Kul kıssasında Hz. Musa’ya verilen özel mesajlar var mıydı? İstemeden adam öldürdüğü için Mısır’dan kaçtıktan sonra, yıllarca neyin ta’limini aldı? Neden?
Hz. Zekeriyya’ya mihrabı yapmakta yardım ettik de Hz. Meryem yıllarca içerde ne yaptı, ne düşündü, Rabbi ile ne konuştu?
Hz. İbrahim gökyüzüne baktığında ay/yıldız ve güneşin Rabb olmadığını gördü, tamam. Yanlışı gördü, peki ya gördüğü doğrular ve bunların verdiği hisler?
Hz. Yunus’un kavmi ile olan mücadelesi kıymetliydi, amenna! Peki ya balığın karnında fark ettiği hakikat ve bunu fark etme süreci?
Hz. Davud, eline sapanını ve taşına alıp savaş meydanında Calut’u öldürmeden önce nasıl biriydi ve nasıl öyle biri oldu?

Ben şahsen, doksanlı yılların nesli olarak bizlerin bu soruları cevapsız bıraktığımızı, cevapları ile hiç ilgilenmediğimizi düşünüyorum. Bir elimde asa ve bir elimde balta başım dik/gözüm ilerde/yüzümde ciddiyet ile savaşmak, mücadele etmek zihnimin aşina olduğu bir şeydir. Ancak başımı önüme eğdiğimde, “karşımda kendimi” ve yanımda kitleyi gördüğümde paniklediğimi hissediyorum.
Hiç tanımadığım kendim ve bana benzemeyen insanlar ile yaşamak çok daha zordur. O yüzden ne demişti Efendimiz (s.a.v) “Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden (ya da; kızıl tüylü develere sahip olmandan) daha hayırlıdır.”
Bu vesile ile galiba, kendim ile ilgili de kararlar almalıyım.
Az konuşmak ve az yazmak gibi!

Tanrı hakkında konuşmak… Olabilir…
Allah mı?
Hayır O’nun hakkında konuşmayalım.
O’nun hakkında konuşunca birbirimizi öldürmeye başlıyoruz.
Gerekirse biz az susalım, O bizim hakkımızda çok konuşsun, söylesin:
“İnsan çok cahildir, nankör ve zalimdir!” desin
“Yeryüzünde bozgunculuk ve fitne çıkarmayın, birbirimizin kanına girmeyin!”
“Nasıl da aldanıyorsunuz!”
“Ne çabuk unutuyorsunuz!”
“İnsan haddini nasıl da aşıyor!” desin.
Evet Tanrı hakkında bol bol konuşalım, ona dair, onun adına…
Ama Allah!
O, benim özelim, mahremim olsun.
Karışma!
ben Sana, Sen bana…

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

5 thoughts on “İrşad Olmak/İrşad Etmek

  • 3 Temmuz 2020 tarihinde, saat 23:07
    Permalink

    Üşümek için Erzurum’a geri mi döneceksin?

    Yanıtla
    • 3 Temmuz 2020 tarihinde, saat 23:53
      Permalink

      Evet Şeyhim 🙂

      Yanıtla
  • 10 Ağustos 2020 tarihinde, saat 08:15
    Permalink

    Web sitenizi seviyorum. Çok iyi bir iş çıkardığın için teşekkürler. thank you for writing this article, there are a few sentences that I agree with and there are some things that I might want to ask, from some aspects, are you an author? because your writing in some of these articles is very good and can bring readers to a new opinion.

    Yanıtla
    • 31 Ağustos 2020 tarihinde, saat 01:19
      Permalink

      Güzel yorumunuz için yazarımız adına teşekkür ederim. Ancak ikinci cümleden sonrası neden İngilizce anlamadım. Yine de cevap vermeye çalışayım. Kasım Bey kıymetli kalemlerimizden. Bir “yazar” değil, öğretmen ama birçok yazardan daha naif bir kalemi var, Allah razı olsun. Videolar bölümümüzde kendisi ile yaptığımız “Müslümanların Kronik Sorunları” başlıklı söyleşimizi izleyebilirsiniz.

      Yanıtla

Yorum yap