Paylaş

– mutluyken şarkıyı dinleriz, mutsuzken sözlerini diye bir söz vardı; onun gibi.

Yaşadığımız günlerin sıkıntılı olmasının altında mana arayan bir adamdı Mehmet Usta. Çok derin anlamlar yükleyerek bu sıkıntılardan kurtulabileceğine inanırdı. Ağzından “üstinsanı tanımak” cümlesi düşmüyordu. “Gölge etme başka ihsan istemem” sözlerinin sahibine mi aitti bu söz yoksa başka bir filozofun mu şimdi hatırlayamadım. Kendini hep ruhsal parçalara bölünmüş karakter yapısında biri olarak tanımlardı. Bir kitapta okumuş, fazla bilinçli olmanın hastalık olduğunu. Kendisi hastalıklı kişiydi. Delilikle dahilik arasında ince bir çizgi olduğunu söylemeden edemezdi. Canının ne kadar yanacağını bilse de gerçeğe ulaşmak için elinden geleni yapmaya çalışan bir adam düşünün. Delilik bu! Gerçeğe ulaştığında ise bu durumun kendine acı veren yönlerini bir kenara bırakıp hayat defterine tecrübe edinmek için notlar aldığını… Sanırım bu ise dahilik!

Mehmet Usta oto sanayide kaporta ustasıydı. Kendisini arabamı yaptırmak için sanayiye gittiğimde tanıdım. Yolum bir şekilde Mehmet Usta’nın dükkanına düşmüştü. “Merhaba, kolay gelsin” dediğimde, “aleykümselam” diye cevap vermeyi cevap vermelerin arasında en uygunu gören bir kişilikti. Bu durum insanlarda dinine düşkün bir adam profili olarak görmesine sebebiyet veriyordu. Evet dinine düşkündü; ama şu an konumuz bu değil. Konumuz Mehmet Usta’nın içinde bir yerlerde, sadece görmeye gücü yetebilenlerin görebileceği bir noktada sıkışıp kalmış bir ruhun serzenişlerinin haklılıklarından bahsedeceğiz. Kısa bir arabanın hasarı, boyası, zımparası, tineri, al gülüm ver gülüm, üstü kalsın’ı bittikten sonra “çay içmeden nereye gidiyorsunuz” naifliğini reddedemedim. Sanırım tam da burada başladı bütün hikaye. Bir denizin derinliğine doğru ilk kulaç bu olmalıydı.

Mehmet Usta ten rengi olarak sarışın; fakat güneşe maruz kaldığından esmerliği ile daha çok ön plana çıkan, orta boylarda, hafif kilolu, mavi gözlü, görenlerin iki kız çocuk babası sanacağı yaşta ve merhamette, ses telleri sanki biraz daha geriye dikilmiş gibi, konuşmakta normale göre biraz daha zorlanan, akıllı fakat vicdanına yenilen bir tipleme, kısacası hepimizin etrafında illaki gördüğümüz bir adam. İlk bakışta samimi gelir bu tarz adamlar. Sıcakkanlı olurlar. İlk tanıdığı herkesi eşit severler. Beni de sevdiğini hissediyordum; ama ilk tanıdığı herkesi sevdiği gibi. Çayımız gelmişti. “İşler nasıl gidiyor Usta?” dedim. Burası önemli. İşlerin kötü gittiğini söylerse, arabamı yaptığı için verdiğim paranın azlığından dolayı vicdan yapacağımı düşünen bir bakış vardı gözlerinde. Bu bakışları nerede görsem tanırım. Çok şükür deyip geçiştirmek de istemiyordu. Ama “çok şükür” dedi. “Sen ne iş yapıyorsun” diye sordu. Çalışmadığımı ama hovarda olmadığımı uygun bir dille anlattım. Kaderin gayrete aşık olduğundan bahsedecekken sözünü kıvrak bir ses tonuyla kestim. “Usta, zorunlu olana ne katlanabilirim ne gizleyebilirim, ben Nietzsche değilim, amor fati yalnızca onun bir varsayım teorisidir ve benim isteklerim doğrultusunda dönmeyecekse dünya varsın dursun!” dedim. Demez olsaydım.

Şimdi kafamı yastığa koyduğumda Mehmet Usta’nın söylediklerinin her hecesi kulağımda birer nota gibi çınlıyor. Konuşmalarımızın genel özetine bakarak Mehmet Usta’nın içinde sıkışıp kalan ruhunun serzenişlerine kulak verelim:
“İnsanoğlu cahilliği ve ne istediğini bilmeyen duyguları ile ön plana çıkmış bir varlık. Kaderinden her zaman şikayetçi olmak ile ünlü. Suçu kaderimize atıp kaderimizin daha farklı olduğu senaryoları arzulamayı herkes ister fakat amor fati yaşadığın kaderi sevmen gerektiğini söyler. Üstinsan olmanın ana kurallarından biri de acıdan kaçmamaktır. Acıyı olabildiğince hissetmek ve uyuşturacak her şeyden uzak durmak. Bütün çıplaklığı ile acıyı hissetmek, insanı yücelten bir durumdur. Acı karşısında hissizleşmenin, insana kendini bulma konusunda yardımcı olmayacağı aşikardır. ‘Derde derman arar idim, derdim bana derman imiş’ sözlerini olabildiğince anlayabilmek. Kaderimizden şikayetçi olmak değil evrende bize pay biçilen görevi yerine getirmek önemli bir husus. Üstinsan kavramında acılardan kaçmak için dine sarılmak sahici bir tutum sergilemez. Bir dine acı çekmeye de razı gelerek gitmek… Acılardan şikayetimizde sorumluyu kimse tutmamak. İnsanın temel arzusunda zevke ulaşma isteği olduğunu bilmek…”

Eskiden içim, şimdi ise kafamın içi cayır cayır yanıyor. Mehmet Usta’nın söylediği her söz altına sayfalarca yazılar yazılması gereken konu başlıkları gibi. Her sözünü düşünmek en az yarım saatimi alması muhtemel. Bir terazisi olmalı hayatın, bu derinliklere gücünün yetebileceğini tartabilecek kadar. Sanırım mutluluklar ile uyuşturmalıyım kendimi ama bunu da mümkün kılmıyor kader. Efendim bu bir çaresizlik!


Kapak: Kumi Yamashita

Yorum yap