Paylaş

Psikolojik Danışma görevim dolayısıyla sık sık bir şeye şahit oluyorum. Aslında fark ediyorum. İnsan ne kadar büyürse büyüsün; hep o küçük çocuk olarak hayatına devam ediyor. Sadece zamanla büyüyen bedenine uyum sağlamaya çalışıyor.

Saygı bekleyen bir baba, anlayış bekleyen bir eş, şefkat bekleyen bir yaşlı, yaşamı hakkında söz ve karar hakkı isteyen bir yetişkin ile oturun ve biraz konuşmaya dalın; o en saf ve savunmasız haliyle çocuk yanını göreceksiniz. Karşınızda ayakları üzerinde yeni yeni yürümeye çalışan, korktuğunda ve üzüldüğünde anne kucağını gözleri ile arayan, engellendiği için gözleri dolan o küçük adamı/kadını göreceksiniz. Yaşamın bütün karmaşasının ortasında çok bilinmeyenli bir denklem gibi görünen bu yetişkinlerde görebileceğimiz şeyler, o çocuk yanlarına ait şeylerdir.
Büyümek mi? Çocuk yanlarımızın fark edilme serüvenidir bence. Bunları bazen kendimiz görürüz bazen başkası bizde görür. Ve galiba tüm ömrümüz fark etme, hissetme, görmezden gelme, bastırma çabası ile geçiyor.

Acaba asıl sorun, çocukça sorunları çocukça olmayan yöntemler ile mi çözmektir. Çocukça arzulara çocukluğun saflığına uymayan yöntemler ile mi ulaşmaktır.

İnsan yetinmediği için, daha doğrusu içinde taşıdığı o büyümeyen çocuğun duyguları ve istekleri ile yetinmediği için mutsuz oluyor/mutsuz ediyor. Temel, en temel ihtiyacı ve isteği sadece biraz şefkat, ilgi, fark edilme, saygı ve güven iken yığdıkça yığıyor bütün istek ve duyguların farklı formlarını. Büyüyünce karıştırmak ve iç içe koymak en büyük becerimiz galiba.

İstediğin şey biraz sevgi ve saygı ise, bunu niye farklı hale getiriyorsun ki!
Ya da kırıldığın için üzüldüysen; neden kızmış gibi yapıyorsun!
Aşka hırs, istemeye ve sahip olmaya korkuyu, özlemeye nefreti karıştırmakta üzerimize yoktur.
Yaşadığı anın hissini yaşayan çocuktan, gelecek için kaygılanan kişiye dönüşmek bizim en büyük felaketimiz olmuştur hep. Biriktirme hırsı, devletlerarası rekabet ve savaş, kan ve gözyaşı hep bu görünürdeki değişimle başlıyor.

Görünürdeki değişim diyorum, çünkü insanlar ve devletler kimi zaman o özlerine geri dönüyorlar. Duygunun ve yaşamanın en sade hali.

Salgın hastalıkların gündemde olduğu bu günlerde meydana gelen olayları ve alınan kararları gözden geçirelim.
Eğlenceler, maçlar, geziler, toplantılar, birçok ekonomik faaliyet, alış veriş ve hatta okullar; ertelendi ve iptal edildi. İnsanlar, yaşam için vaz geçilmez gözü ile baktıkları her şeyden anında vaz geçtiler. Neredeyse nefes almak hariç her şeyden. Onu da sadece maskeyle…
Vazgeçtiğimiz onca şeyin yerine neyi koyduk peki: Az dolaş, az çalış, az alış veriş yap, sade yaşa, ailen ile zaman geçir. Sen, eşin, çocuğun, annen, baban…
Hayatta kalma duygusu, sevdiklerine sahip çıkma güdüsü. O kadar.

Bu yüzden Hep Çocuk Kalın!

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap