ABD’deki Pew Araştırma Merkezi’nin Din ve Kamu Yaşamı Forumu, “2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı” adlı raporunu yayımladı. *
230 ülke ve bölgede yapılan anketler ve nüfus kaydı araştırmalarına göre hazırlanan rapora göre dünyada 10 kişiden 8’i bir dini grup içinde yer alıyor. Bu da 2010 yılında 6,9 milyar olan dünya nüfusunun yüzde 84’üne denk düşüyor.
2020 yılında değişiklikler olmuştur, ancak 2010 Raporuna göre dünyada 2,2 milyar Hristiyan (yüzde 32), 1,6 milyar Müslüman (yüzde 23), 1 milyar Hindu (yüzde 15), 500 milyon Budist (yüzde 7), 14 milyon Yahudi (yüzde 0,2) yaşıyor. Bunlara ek olarak Afrika, Amerika, Asya ve Avustralya’da geleneksel dinlere inanan 400 milyon kişi (yüzde 6) var. 58 milyon kişi (yüzde 1) ise Jainizm, Sihizm, Şintoizm, Taoizm, Tenrikyo ve Zerdüştlük gibi diğer dünya dinlerine inanıyor. Herhangi bir dini gruba ait olmayanların sayısı ise 1,1 milyar (yüzde 16) olarak belirlendi. Dinsizler, Hristiyanlar ve Müslümanların ardından en büyük üçüncü grubu oluşturuyor. Bu grupta Tanrı’ya ya da evrensel bir ruha inanan, ancak kendisini belirli herhangi bir dini grubun üyesi olarak tanımlamayan kişiler de yer alıyor.
Rapor, bazı dini grupların diğer gruplara oranla daha fazla genç nüfusa sahip olduğunu gösterdi. Gelişmekte olan ülkelerdeki dini grupların üyelerinin daha genç olduğu, sanayileşmiş ülkelerdeki dini grup üyelerinin ise daha yaşlı olduğu belirlendi. Demek oluyor ki, bizim gibi ülkelerde genç nüfusun din ile olan bağı devam ederken gelişmiş olarak tarif edilen ülkelerde bu bağ zayıflamıştır.

Bu rakamların içine alt kollar olarak ideolojiler, cemaatler, gruplar, dernek ve vakıflar, gençlik çalışmaları benzeri yapılar da dâhil olduğunda görüntü daha da karmaşık hale gelecektir.

İnsanların bağlanmasız, amaçsız, anlamsız ve inançsız yaşamaları olası bir şey değildir. Zaten insanların toplu anlamda birlikte yaşayabilmeleri için bağlayıcı unsurlara ihtiyaç duyulur. Bu durum dünyanın her yerinde böyledir ve böyle de olmuştur. İnanç, yasa, ticaret, şirket, para, kültür bir arada yaşayabilmenin vasıtası ve sonucu olmuştur.

Bir arada yaşama zorunluluğu iki şeyi vazgeçilmez kılmıştır:
– İnsanları bir arada tutmanın vasıtaları (inanç, yasa, ticaret, şirket, para, kültür…)
– Yeni nesli yetiştirme çabasının kurumsallaşması ve kalıplaşması.

Kurumlaşarak üzerinden eğitim öğretim faaliyetlerinin yürütülmesi, aynı zamanda içeriğin de önceden hazırlanmasına neden olmuştur. Geniş kitleler ile plansız ve programsız ilgilenmek mümkün değildir çünkü. Okullar ve devletler vasıtası ile genç nesil önceden belirlenmiş bir amaca uygun eğitime tabi tutulmuştur. Devletler adına çalışan kurumlar doğal olarak içeriğini devletlerin belirlediği eğitimi yürüteceklerdir. Bu durum tahmin edileceği üzere farklılıkların törpülenmesine, bireysel yetenek ve ilgilerin baskılanmasına neden olmuştur. Çocuklar ve gençler için birileri önceden düşünmüş ve nasıl kişiler olacakları tasarlanmıştır. Geriye yasalar çerçevesinde bunu uygulamak kalmıştır.

Kurumsal yapıların ve devlet olmanın duyarsızlığı ve soğukluğunun benzer bir tavrını resmi olmayan (veya aslında kendisini resmi olmamakla tanıtan) sivil yapılarda da görebiliriz. Çalışmalar önceden planlanmış, kalıplaştırılmış, alt amaçlar ve gizli ajandalar hazırlanmış, amaç olarak tanıtılan faaliyetlerin üst bir amacı daha belirlenmiş ve fakat belirlenmemiş gibi davranılmış; çıktılar hesaplanmıştır. Bütün bunlar gençlerin iyiliği için yapılmış, (inanca göre) dünya ve ahiret (öte dünya) saadeti düşünülmüş, niyetler beslenmiş ve büyütülmüştür.

Artık bir faaliyetin asıl amacı faaliyetin kendisi olmayacaktır. Yemekli buluşmalar, geziler, kitap okumaları, kültürel ve sanatsal faaliyetler (bir kültürün temsilcisi ve taşıyıcısı olarak sanat), kulüp çalışmaları, doğa ile buluşmalar vs. hepsi kendisi haricinde başka bir dış amaca hizmet için var olacaktır.

Denilebilir ki, amacın belirlenmesi ve faaliyetlerin bu amaçla yapılması ve planlanması neden sorun olsun ki?
En önemlisi İlişkinin büyüsü bozulmaktadır. Benimle ilgili, benim dışımda başka amaçlar gözetilmesi ve faaliyetin bu amaca mebni yapılması beni nesneleştirir. (Annenize aldığınız çiçeğin veya verdiğiniz bir bardak suyun gizli maksadı ondan harçlık koparmak ise, işin rengi değişir.)

Bireysel yetenek ve özelliklerin ön plana çıkması veya fark edilmesi yerine kişinin anlam ve amaca hazır olması önemlidir artık. Dolayısıyla bizim beklenti içinde olduğumuz yetenekler gelişir, diğerleri körelir.
Bireysel yetenekler ön plana çıkmaz. Zaten her şey planlandığı için liderler, inisiyatif alanlar, problem çözücüler, ara bulucular, farklı düşünenler, aykırı olanlar, düzeni sorgulayanlar ve dolayısı ile yeni düzenlere öncülük edecekler ortaya çıkmaz.

Anlam ve amaç varsa kişi mecburen (ikna olma veya mecbur olma nedeni ile) kendisini manipüle eder.
Bu noktada dindar zihnin ve dolayısı ile Müslüman toplumun bir çıkmazı ile ilgili düşüncemi de paylaşayım.
“Dindar zihnin yaşamı/eylemleri/faaliyetleri bizatihi yaşamın/eylemin/faaliyetin kendisi ile ilgili değildir. Daha üst bir amaç ve anlam içindir. Dolayısıyla gençlerle/insanlarla ilgili bir faaliyette gündem gencin kendisi değildir. Bu açıdan dindar zihin için asıl olan şey genci hakikat ile buluşturmaktır. Artık bu düşünce tarzında önemli olan faaliyetin kendisi ve bunun içindeki genç değil; maksadı ve anlamıdır.

Peki, bu yanlış mıdır? Bilmem! Ama bence kusurludur. Çünkü gençlerle ilgili çalışmalarda asıl olan şey genci hakikate/anlama ulaştırmak değil; genci kendisi ile buluşturmak olmalıdır. Çünkü üst anlam varsa, kalıplar vardır. Yapılandırılmıştır ve hazır bir anlam servis edilmiştir. Anlam varsa genç kendisini manipüle eder, gizler, törpüler. Hâlbuki bence, günümüz Müslüman gencin önce “anlama” değil, kendisini ve birlikte olduğu grubu/grup dinamiğini ve bunun içindeki yerini fark etmesine ihtiyacı vardır.

Anlamı, amacı, kalıpları önceden belirlenmemiş esnek ortamlarda ancak liderlik, bağımsız karar verebilme, farklı fikirlere/kişilere tahammül gösterme ve farklı ortamlara uyum sağlayabilme, problem çözme, kriz durumlarında karar üretebilme, ortak kararlar alabilme ve alınan karara uyum sağlama gibi beceriler gelişir. Gençler ancak bu şekilde sürüleşmeye direnebilirler. “Alan” değil “arayan” olurlar. Aksi halde hep aynı sorun/sonuç ile karşılaşırız: Sunulmuş bir anlam ve anlamı temsil eden bir lider/yapı vardır. Dolayısı ile hakikat üzerinde durmanın yolu lideri takip etmek ve yapı içinde kalmaktır.

Asıl konumuza geri dönersek, genç nesil garip bir durumda ve cenderede yaşamaya çalışmaktadır. Modern yaşamın, her safhası planlanmış olan hayat tarzı bulunmaktadır. Özgürlükler ve seçimler arttı gibi gözükse de aslında her alanda algılar yönlendiriliyor ve insan nesneleşiyor. Tüketim, haz ve ideolojiler düşünmeye fırsat vermiyor, her şeyi hazır olarak size sunuyor. Kurumları ve teknolojik imkânları ile sürekli olarak birilerini bir yöne itmeye ve kalıba sokmaya dönük olan bir dünya var artık. Tarihteki en despotik yapılar bile yönettikleri insanlara ve ailelere özel alanlar, köyler, evler, çiftlikler bırakıyordu. Ancak günümüz yaşam tarzı (internet, teknoloji, durmayan üretim çarkı, okullar…) bize ait diyebileceğimiz bir alan ve boşluk bırakmadı. Bunun neden olduğu/olacağı tahribat ve yabancılaşma korkunç bir durumdadır.

Bir iddiaya, hedefe ve davaya sahip olan kesimlerin de (STS, Vakıf, Dernek, Siyasi Oluşumların Arka Bahçeleri, İdeolojik Yapılar vb.) gençlere bahsettiğim şekilde yaklaşmaları, aslında maksadın gencin kendisi olmayıp gence giydirilmek istenen gömlek olması, gençlerin tepkisel olarak iyice kaçmalarına veya baskıya dayanamayıp kendilerini manipüle etmelerine neden olmaktadır. Dolayısı ile kendileri olmaya fırsat bulamamaktalar. İşin sonunda benliğinin, kendisinin farkında olmayan; olmak istediği kişi ile olduğu kişi arasındaki uçuruma sıkışmış yetişkinler kalıyor elde. Bu insanlar da sürekli patlak veriyorlar ve “sizin” tabiriniz ile savruluyorlar. Yeteneğini fark etmeyen kişiler, içinde bulundukları ortama da faydalı olamıyor.

Ne yazık ki, gençlerin yetiştirilmesi ile ilgili ana stratejimiz onları “Vasat İnsan” haline getirmektir. Dünyaya fazla dalma, paraya bu kadar tamah etme, dine ve inanca bu kadar dalma, eğlenceye-spora bu kadar dalma, dalma, dalma… İçinde bulunduğu ortamın ve yapının “ideali” haricindeki her şey vasat kalsın isteniyor. Sadece o yapının idealine hizmet edebilecek şeylerin vasat olmamasına izin verilir. Ve ne yazık ki vasatlık, günümüz dünyasında işlevsizdir ve sonu nesneleşmektir.

İşin özü, asıl karşı olduğum şey amaç ve anlam sahibi olmak değildir tabi ki! Bir anlam ve amaca sahip olanların gençlik faaliyetleri yapmasını da sıkıntılı görmüyorum. Ancak miras aldığımız ideali, amacı ve anlamı bir an önce yeni nesle dayatma ve giydirme çabasına, tüm faaliyetlerin bu üst amaca hizmet maksadı ile yapılmasına karşıyım.
Birincisi, gerçekten tanımadığın ve onun da kendisini tanımaya fırsat vermediğin kişiye ne vereceksin ve ondan ne yapmasını bekleyeceksin?
İkincisi, kendi dinamiklerini ve yeteneklerini keşfetme imkânı bulamamış, var olan amaca ve anlama uymaya çalışmış bir nesil her zaman nesneleşir ve “maruz” kalır. Dünyadaki hâkim kültüre, üretime, gelişime, değişime maruz kalır.

* https://www.haber7.com/guncel/haber/966428-dunya-nufusunun-ne-kadari-hangi-dinden
* https://www.memurlar.net/album/694/8.resim

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap