Paylaş

Bir psikolog olarak her ne kadar bizim tercihimiz olmasa da bize gelenler genelde yirmi beş – kırk dokuz yaş arası kadınlar. Çoğunluğu evli, çocuklu; bir kısmı mutlu evliliğine memnuniyetle devam ediyor diğer kısmı ise nereden bakarsanız bakın artık yerleşmiş bir “hüsran” duygusuna sahip.

Hayallerimizi gerçekleştirmek için yanıp tutuştuğumuz gençlik perdesinden hemen sonra hayatın gerçekleriyle yüzleşmek… Dünyanın en mutlu insanı olma idealindeyken kayınvalidenin tek bir sözüyle bütün dünyanın kararması… Dünyanın öbür ucuna gidebilme kararıyla yola çıkmışken kahveden eve getirilemeyen kocalar. En sevgi dolu başlayan cicim aylarının hemen ertesinde işlevselleşen şiddet eğilimleri.

Kadınların “kendini gerçekleştirme” hayallerini evliliğe bırakmaları olumlu bir şey. Çünkü hiç biri aile yapısını bozacak nitelikte değil. Tam tersi çoğu kendini gerçekleştirme talebi, “düzgün yuva” yapısını destekler mahiyette. Ama biz erkeklerin durumu tam öyle değil. Bizimkisi gayet bireysel, bencilce, hırs ve yükselme hevesiyle doğrudan bağlantılı. Yani hemen hiç biri aile amacına paralel şeyler değil.

İş bu sebepten kendimizi gerçekleştirme mekanı olarak aile birliği kadın ve erkeğe çoğu zaman birbirine zıt mahaller açıyor. Erkek, kendimi gerçekleştiriyorum düşüncesiyle sosyalleşme çabası içine girmeye, başarı basamaklarında daha çok hırslanmaya, işkolikliğe varan kariyer odaklanmasına, kendi arkadaş grubu içerisinde daha aktif olmaya doğru seyir alıyor. Kadın bu planların neredeyse hiç birinin ortağı ya da paydası değil. Oysa kadının “kendini gerçekleştirme” hayallerinin tamamında bir çift olma hali mevcut. Birlikte yenen yemekler, birlikte yapılan geziler, çevreye verilen birliktelik resimleri, mutlu aile tablosu.

Hal böyle olunca ikisinin de hayallerinde diğeri yer almıyor. Ama farklı saiklerle.

Biri açtığı alanda diğerini bulamamaktan bunalımda diğerinin hayallerinde bir başkasına yer yok. Peki sorun nerde? Sorun bir tarafın gerçekleşen hayalleri ile şişen egosuna rağmen diğerinin yarım kalan ve yıkılan hayalleri ile yerlerde gezinen bir ego ve giderek kendinde yer edinen hiçlik duygusu.

İnsan kendisi nasılsa diğerlerinin de aynı olduğu zehabına kapılıyor. Bu yanındaki kişi olsa bile. Aynı yastığa yıllarca baş koyup birbirinden kilometrelerce uzakta yatan binlerce karı koca mevcut. Erkek kendisi mutlu ve hoşnut ve tüm çabasının da ailesini bir yerlere getirmek iddiasında olduğu için eşinin de bu durumdan hoşnut olacağı dahası olması gerektiği ve dahası olmuyorsa bunun kendi suçu olduğuna inanıp duruyor. Kendisi “kahraman” eşi “sorunlar yumağı” oluveriyor birden bire. Sorunlar yumağı olduğu doğru. Fakat bu yumağı kendisinin oluşturduğundan habersiz.

Kendisini gerçekleştiremeyen insan ne yapıyor dersiniz? Yıkmaya başlıyor kendisini. Yok saymaya, yok etmeye, yoksunlaştırmaya başlıyor. Kendine kötü davranılmasından da garip bir şekilde hak ettiği düşüncesine sahip oluyor sonradan. Aynalara bakması imkansız hale geliyor. Çocuğuyla, maddi kaygılarla, gelecek planlarıyla, eşinin sorunlarıyla, eşinin ailesinin sorunlarıyla boğuşurken hayalleri kurduğu günleri bile hayal edemez hale geliyor bir süre sonra.

Yaşamaya devam etmesi tesadüfî artık. Yaşasa da çocukları için yaşıyor, o olmazsa onların ayakta kalamayacağını düşündüğü için kalıyor ayakta. Bir gün bir yerlerden herhangi bir yazı çıkıyor karşısına? Belki de facebook’tan. Dönüp şu soruyu soruyor kendine: Sahi benim hayallerime noldu? Sonra tıpkı kayıp çocuğunu bulmak istermiş gibi, hasret kaldığı yitiğine bir an önce ulaşmak istermiş gibi topluyor eşyalarını.

Yıllar önce “aşk” romanı vardı, ortalığı kasıp kavuran. İşte oradaki Ella da öyleydi. Tıpkı binlerce yurdum Ella’sı gibi…

Ella’larınızın gerçekleşmiş hayali olun o yüzden, kendisinin yüzünden yitip gitmiş hayalleri değil…

Kalın sağlıcakla…

One thought on “Ella Sendromu

  • 18 Nisan 2022 tarihinde, saat 16:43
    Permalink

    Ne kadar güzel anlatmışsınız… emeğinize sağlık çok güzel bir yazı..

    Yanıtla

Yorum yap