Paylaş

Yukarıya doğru çıkıp olaylara, insanlara farklı bir perspektiften bakmaya çalışmak bilinen bir yöntemdir. Kolay olduğu söylenemez. Çünkü insanda bunu kısıtlayan kalıplar vardır. Ve bu kalıpları kendine emanet bırakıp biraz daha sınırlardan vazgeçmek ve belki bundan korkmamak zor olsa gerek ki İnsanların verdiği tepkilere bakıldığında bu rahatça görülür.

Tabii ki bu konu aynı zamanda empatik bir beceridir de. Kişinin kendisi haricinde başka birinin farkına varması, onun iç dünyasına doğru bir pencere açması, anlaması ve belki anlayış göstermesi gerçekten önemli bir beceridir. Bazı konularda verilen tepkilerin toplumda çok fazla yaygın olmasının bir nedeninin de bu beceri yoksunluğu olduğunu düşünüyorum.

Müslüman coğrafyada yaşamak demek, her yıl belli dönemlerde ele alınması gereken konulara dair bir tartışma listesine sahip olmak demektir. Televizyon ekranlarında, kürsülerde, minberlerde, sosyal medyada, kahvehanelerde ve “Cafe”lerde bu konular birbirlerine benzeyenler tarafından ele alınır ve haklı olmanın gururu dibine kadar yaşanır. Ya da muhalif kesim ile tartışılır ve her kesim haklı olduğuna yeniden kanaat getirir.

Kurban bayramı dönemlerinde, hac fiyatlarının belirlendiği ve başvuruların alındığı dönemlerde, yılbaşı kutlamaları haftasında, dini bayramlarda aşina olunan konular yeniden gündeme gelir.

Malum fetvanın sahibi öldüğü için “hindiden kurban olur mu?” tartışması şimdilik rafa kalktı. Hac fiyatları dolara endeksli olduğu için de meblağ baya bir artmış durumda. Dolayısı ile “hacca gitmek yerine fakire ver” demek de gerçekçi görülmeyecek durumda. Şimdilik içinde bulunduğumuz zaman dilimi gereği elimizde “Yılbaşı ve Noel kutlamak caiz mi, hatta dinden çıkarır mı?”  “Başka dinden olanların bayramı kutlanır mı?” gibi konular kaldı.

Bence bu soru ve sorunlar sadece bize has soru ve sorunlar değildir.

Batılı bir ülkede çarşaf, cübbe, sarık, sakal tarzında bir görüntüyü bir fotoğraf karesinde birleştirin ve onlara dair bakışları izleyin.

Ya da tekbirler eşliğinde bir hayvanı kurban edin.

Bir parkta vakit daraldı diye namaza durun.

Sokakta iftar sofrası kurun ve o bölgede cami yoksa akşam ezanı okuyun. Bürokratik ağırlığınız varsa otuz gün boyunca her akşam iftar topu patlatın. Ağırlığınız daha da fazlaysa sahur ezanı okutun.

Biraz zor ama daha da ağırlığınız varsa önemli bir meydanda Kadir Gecesi’nde teravih namazı programı organize edin ve ismini de “Geleneksel 1. Kadir Gecesi Teravih Namazı Buluşması” koyun. Bizlerin Noel ve Yılbaşı kutlamalarına verdiğimiz tepkilere benzer tepkiler filizlenecektir. Batılı ülkeler dediğimiz ülkelerde verilen tepkilerin nedeni bahsi diğer bir konu.

Yaşadığımız coğrafya (fiziksel ve inanç coğrafyası) kişisel tercih, bireysel inanç, kişisel kanaat, bireysel karar kavramlarına aşina değildir. Bu da kültürel ve tarihsel bir konudur.

Yaşama dair var olan hemen her şey; grubu, aileyi, köyü, memleketi, aşireti, geleneği, inancı, devleti, ümmeti ilgilendiriyordu. Ölçekler değişmiş olsa da hala ilgilendirmeye devam ediyor.

Bireyi ilgilendiren temel konular aynı zamanda toplumu ve yasayı da ilgilendirmekteydi.

İnanç /yaşam ile gelenek/yasa arasında var olan bağ ve ilişki bütün algımızı şekillendirdi. Aşina olduğumuz hayat tarzı özellikle devlete ve genel topluma ait uygulamaların inancımıza ve geleneklerimize uygun olması idi.

Dolayısı ile beklentimiz şu yönde şekillenmişti: İnancımıza uygun konuların devlet/yönetim tarafından desteklenmesi ve inancımıza aykırı konuların da devlet/yönetim tarafından yasaklanması gerekmektedir. İnançlarımız ile devlete ait ve sosyal uygulamaların uyumlu olmasını o kadar kanıksadık ki, bizim için bunun böyle olması “normal, doğal, doğru, asıl, gerekli” haline geldi. Aksi uygulamalar “uygunsuz, çirkin, haram, sapma, yozlaşma, yanlış” olarak değerlendirildi. Ve dolayısıyla bu sapkın uygulamalara tepkiler gösterildi.

Başka bir ifade ile yanlış olarak gördüğümüz bir uygulamanın (buna günah diyelim) kişi tarafından işlenmesi ile bu uygulamanın topluma yayılması ve devletin/yönetimin sessiz kalması veya desteklemesi arasında fark vardır bizim için. Devletin onayı dolayısı ile meşruiyet kazanacak olması (çünkü algı dünyamızda meşruiyet ile merkezi yönetimin uygulamaları arasında irtibat var) ve sosyal hayata yayılması ile toplumun ifsad olacak olması kabul edilecek şeyler değildir.

İçinde yaşadığımız devletin Noel/yılbaşı, Milli Piyango gibi uygulamalara izin vermesi, olanak tanıması, hatta teşvik etmesinin hassasiyet sahipleri için kabul edilemez bir durum olması da bundandır. Çünkü bir anlamda bizim için “meşruiyetin kaynağı ve dayanağı devlettir.”

Böyle algıladığımız için de modern çağa ait kültür ve popüler uygulamalar bizim için bir inanç sorunu haline gelmektedir. Devletin buna müsaade etmesi ve teşvik etmesi de inanca savaş açması olarak değerlendirilmektedir. Burada artık birisinin bireysel bir tercih olarak, inançtan bağımsız bir şekilde bu uygulamalara katılması bile bizim için kabul edilemez bir davranış olmaktadır.

Milli piyango (kumar) kendi içinde sadece bir günah, yılbaşı kutlamaları da kendi içinde özenti ve kültürel bir değişim iken bizde sosyal bir sorun ve kamplaşma konusu haline gelmektedir.

Artık böyle bir ortamda farklı inanan, farklı yaşayan, farklı düşünen, inançtan bağımsız bir düşünce ile kendisine bir yaşam oluşturan kişilerin uygulamaları devlet nezdinde kabul gördüğünde, yaygınlık kazanmaya başladığında, görünürlüğü arttığında; normalde gündelik yaşamda bireylere vermeyeceğimiz reaksiyonları vermeye başlıyoruz. Devlet nezdinde destek gördüğü ve sosyal kabul bulduğu için bireysel anlamda bir kişinin yeni yılını kutlamak, kendi hanemizde bu maksatla eğlence tertip etmek de inanca dair bir sorun haline gelmektedir.

Bazı konuların açıklığa kavuşması gerektiğini düşünüyorum:

  • Devletimiz artık bizim inancımıza dayalı ve inanç açısından bizi temsil eden bir devlet değildir. Böyle olması ile ilgili gereklilik ve şartlar ortadan kalkmıştır.
  • Özünde artık devletler inanca dayalı olarak kendilerini tanımlamıyorlar ve organize etmiyorlar.
  • Yaşadığımız ülkede kendisini Müslüman olarak tanımlamayan, Müslüman olarak tanımlasa bile yaşamını İslam’a göre organize etmesi gerektiğini düşünmeyen bir çoğunluk ortaya çıktı. Dolayısı ile devletin temsiliyeti bu kesimlerin hepsini kapsayacaktır.
  • Başkaları için normal ve gerekli olan şeyler bizim inancımıza uygun olmayabilir. İnançlarımıza uymayan uygulamaların toplumda yaygınlık kazanmasının bizi kaygılandırması normaldir. Ancak bu kaygıyı gidermenin yolu karşı tarafın yaşamına sınır koymak olmasa gerek. Aksi halde “gitsin günahını evinde işlesin” demek “namazını evinde kıl, başörtüsü ile kamusal alana çıkmak istiyorsan Arabistan’a git” demek ile aynı tavırdır.
  • Başkaları ve farklı olan ile aramıza mesafe koymanın sonucu: Bakış açımızı ve anlam dünyamızı onunla paylaşamayız; dolayısı ile kendimizi anlatamayız. Empati kurmayı beceremediğimiz için de başkasını anlayamayız. Kimsenin bizim anlayışımıza ihtiyacı yoktur. Fakat bir arada yaşayabilmek için birbirimizi anlamaya ihtiyacımız vardır.
  • Günümüz dünyasında kültürlere ait uygulamalar ile inançlar arasındaki bağlar artık kopmuş durumda. Oruç tutmayan biri şeker bayramını ve Hristiyan olmayan biri yılbaşını kutlayabilmektedir. Sosyal organizasyonların ve devletlerin inanca dayalı olarak organize olmaması nedeni ile inançlar ve inanca dayalı uygulamalar bireysel bir tercih haline geldi.
  • Bir uygulamanın devam etmesi için hissettiğimiz yasa ve merkezi yönetimin desteği beklentisini artık bir yana bırakmak gerekiyor. Bu demek değildir, inancımıza ve kişisel yaşamımıza ait uygulamaları yasal korumaya almaya çalışmayalım. Sadece inançlarımızın ve kültürel uygulamalarımızın devlet onayından ve desteğinden geçmesi ile ilgili beklenti ve ihtiyacımızı yeniden ele almamız gerekmektedir.
  • Yılbaşını/yeni yılı kutlayanların maksadı Hristiyanlığın/Hristiyanların inancını yaşamak değildir artık. Büyük kesim bu konuların inançlar ile ilgili arka planını umursamamaktadır.
  • Devletlerin seküler ve daha çok ekonomik gerekçeler ile popüler kültür uygulamalarına destek verdiğini ve bu nedenle yaygınlık kazandığını kabul ediyorum. Ancak bu konuyu inanca dair bir sorun olarak değil kültürel yozlaşma, köksüzlük, özenti sorunu, eğlenceyi yaşamın merkezine alma ile ilgili bir sorun olarak değerlendiriyorum.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap