Bu konuyu düşünmeye Anadolu İrfanı ile ilgili söyleşileri dinlediğimde başladım. “Derdimize çare olabilir mi, dini yaşantının bize özgü bir formu muydu, yeniden yaygınlık kazanır mı, nasıl oluştu?” gibi soru başlıkları ile programlar düzenlenmekteydi.

Herkesin bir bakış açısı var tabi ki. Eleştiren de var, umut bağlayan da, artık işe yaramaz diyen de…

Fakat dikkat ettiğim bir şey var ki, sorunu Müslüman coğrafyanın yaşadığı sorunlara çözüm bulma ekseninde ele aldıkları için irfanı İslam Dini ekseninde ele alıyorlardı.

Peki ya sorun İslam Dininden ve Anadolu coğrafyasından bağımsız bir sorun ise ve sorun irfanın kendisi ile ilgiliyse!

İrfan

anlama

bilme

kültür

gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş

İrfan sahibi kişiye arif denir ve “anlaması, kavraması, sezgisi, anlayışı güçlü olan kimse” demektir.

İrfanı ilim ve arifi âlim ile kıyaslayıp anlamaya çalıştığımızda bence irfan ve arifte öne çıkan kısımlar:

Tanımak, anlamak ve farkındalıktır.

Başkasına dair irfan, tanımak

Kendine dair irfan, farkındalık

İlme dair irfan, anlamaktır ki yaygın kabulde bu anlayış hissi bir anlayıştır.

Peki, bu çerçevede irfan nasıl oluşur?

Doğuştan, ilham yolu, feraset diye tarif edilebilecek ve ölçümlenmeyecek yolları bir yana bırakırsak irfan; tecrübe, yaşantı ve görgü sonucu oluşan bir hal’dir.

İlgili olduğu alana dair özellikle varlığa, yaşama ve onun pratiğine dair derinlemesine bir bilinci/ farkındalığı içerir.

“Arif bilen değildir; anlayandır.” derken kastedilen/kastettiğim şey bu anlayışın kitabi bir bilgiye/yazıya ihtiyaç duymaması, yaşam serüveni içinde bir birikimin sonucu olmasıdır.

Bu da irfanı bireysel bir serüven olmaktan çıkarmaktadır.  Pratik yaşama dair, kültüre dair, hayata dair bu daha geniş perspektifteki ve bakış açısındaki algının edinilebilmesi/ aktarılabilmesi için bilgiden başka bir şeye ihtiyaç vardır. Bu da bana göre rol modellerdir, ilişkidir. Yani irfan, usta-çırak ilişkisine ve bu usta-çırak ilişkisinin yaşam imkanı bulduğu havzaya ihtiyaç duyar. Yani insandan insana kazanılan, insandan insana aktarılan bir meziyet/ vasıf/ sıfat/ yetidir irfan. Kendisine ait bir dünyaya, habitata ihtiyacı vardır.

Peki, yaşadığımız bu çağda ne oldu da arifler yok oldu, irfan kalmadı ve nihayetinde Anadolu irfanı denen yaşam şekli de yok oldu?

Bilen ile bilgi – bilinen – bildiren – anlatan – gösteren arasındaki anlamlı ve amaçlı bağ koptu. Belli bir inancın veya dinin temele alındığı yaşam tarzlarında ve dolayısı ile zamanlarda bilgi ve eylem ile anlam/amaç arasında varsayılan veya olması istenen bir anlam/amaç vardı. Modern zamanlar “varlıkta” algı düzeyinde var sayılan/ olması beklenen bu anlamlılığı ve amaçlılığı ortadan kaldırdı. Bence bu durum tüm yaşamda domino etkisi yarattı. Dolayısı ile bilgide, eylemde, algıda bir anlam ve aslında bir hikmet bulunmasına dair ortam dağıldı.

Hikmet, zaten varlık ile varlık ötesi (yaratıcı, anlam ve amaç vb.) arasında kurulan bağ sonucu ortaya çıkan bir kabuldür. Bu nedenle hikmeti maddi sebep zinciri haricinde bir durum olarak değerlendiririz. Bu şekilde illet ve hikmet arasında bir fark ortaya çıkar. Varlığın ötesi yok ise üstünde bir perde de yoktur. Ve dolayısı ile perdenin gerisinde bulunan ve maddi varlıktan bağımsız bir anlam da yoktur içinde yaşadığımız bu yeni dünyada. Hâlbuki irfan ve hikmet, perdenin arkası ile ilgilidir aslında.

Bu süreçten Din de nasibini aldı ve dini alandaki ilim ile pratik yaşam arasındaki bağ koptu. Hem anlam düzeyinde koptu ve dini alan anlam üretemez oldu ve hem de dini bilginin yaşama olan pratik/dönüştürücü etkisi sınırlandı. İlim (aslında ilmin kaynağı) ile hayat arasındaki bağ kopunca el-Alîm olan Allah’ı işaret eden ilim bir bilgi/ veri haline geldi.

Kızılderili kabilesinde de, Mayalarda da, Çin’de de, Hindistan’da da varlık ve varlık ötesine dair buna benzer bir algı vardı ve en önemlisi bu algı pratik yaşam içinde hoca-talebe, usta-çırak modeli ile irfana dönüşürdü.

Kısacası günümüzde irfanın temeli olan usta-çırak modeli ve varlık-anlam birlikteliği dağıldı. Artık bilgi rol-model olacak bir ustadan/ şeyhten/ hocadan alınmamaktadır. “Dizinin dibine çökmek, rahle-i tedrisatından geçmek” fantastik kalıplar haline geldi. Alime işaret eden ilim artık bilgi ve veridir. Bunu bireysel bir çaba ile yeni yollardan edinebilirsin ve artık bilgi edinme süreci ile kişisel eylem/ davranış arasında doğal ortamı içinde ustadan dolayı ortaya çıkan dönüştürücü bağ oluşmuyor. O nedenle çok geniş/derin bir bilgiye sahip olan birinden bile irfan/ hikmet sadır olmayabiliyor.

İlle de dini alanda olmasına gerek yok, hangi alanda olursa olsun irfanın ortaya çıkabilmesi için usta-çırak arasında var olan ilişkide hocasının kişilik ve karakter özelliklerini, yaşanmışlık dolayısıyla ortaya çıkan görgüsünü içselleştirmesi ve kendinde toplaması gerekiyor. İşte biz, bu ilim haricinde hocasından aldığı kişilik ve karakter özelliklerini, varlığa dair bu bakış açısını alıp içselleştirmeye ve külli bir farkındalığa, anlamaya, sezgi gücüne irfan diyorduk. Bu kişiye de arif. Kendi zamanı içinde böyle bir ortamda, böyle kişilerden sadır olan irfan hali topluma yansıdığında, okuma yazmadan nasibi olmayan kişiler bile hayata dair bu halden nasiplerini alırlardı. Hatta bu durum bir yaşam tarzı, kültürel bir hava haline gelirdi.

İrfanın oluşmasına engel olan başka bir faktör de günümüze ait hızlı yaşam modelidir. Her şeyin dakika ve sayılarla ifade edildiği, koşturmacalı, hesaplı-kitaplı bir ortamda ne varlığa dair bir anlam, ne kişisel bir farkındalık ve ne de başkasını tanıma durumu ortaya çıkar.

Başka bir engel de kent yaşamıdır. Varlık ve varlık ötesi arasındaki bağ/ anlam/ amaç ancak doğal/kırsal hayat içinde oluşur. Milyonlarca insanın yaşadığı ve betondan inşa edilmiş bir kentte varlık ile anlam arasında bir bağ kuramazsınız. Ancak varlık ile mimar ve mühendis arasında bir ilişki kurabilirsiniz. Fakat burada bir parantez açmalıyım ki, bir mühendis ve mimarda da irfan hali oluşabilir. Ancak bunun da öncül şartı yine usta-çırak ilişkisidir. Bunun da oluşması çok nadirdir tabi ki.

Günümüz dünyası kişisel özgürlüklerin ve yaşam alanlarının arttığı bir dünya gibi gözükse de, toplumun en kılcal damarlarına kadar merkezi idarenin kontrolü ve organizasyonu altındadır. Ortak bir yapıya ve özelliğe sahip olan bu dünyada kültür, yaşam formu, insan ilişkileri şekli, algı bir kaç merkezden dünyaya yayılmaktadır. Bunun sonucunda irfanın ortaya çıkabileceği bir anlam dünyası, varlığa dair derinlemesine bir bakış, usta-çırak hoca-talebe ilişkisi yaşam fırsatı bulamamaktadır. Bu yeni dünyanın baskısı o kadar yoğun (ille de eski tarz despotik baskı olmasına gerek yoktur), o kadar yaygın ki kendilerine irfana dayanan küçük bir dünya inşa etmek isteyen kişiler bile buna imkan bulamayacaktır. Kimsenin bireysel çabasına ve yolculuğuna diyebileceğim bir şey yok; fakat, bir arifin irfani yaşantısı internet ile, sosyal medya ile, Youtube ile, telefon ve bilgisayar ile, betonarme bir kent ile temas kuruncaya kadar devam edebilir. Belki de Peygamberliğin modern zamanlara kadar gelmemesinin ve belli bir çağda son bulmasının nedeni de budur.  Ne dersiniz?

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap