Güzel kızım. Güzel diyerek başlamak istiyorum, her babanın kızı kendine nasıl güzel geliyorsa sen de bana güzel geliyorsun.
Aceleci bir ruhum vardı benim. Her dediğim olmalı hem de hemen olmalı o an olmalı… Belki de bu sebepten daha gelmeden terbiye etmeye başladın beni. Şartlar çok uygun olmasa bile seni gözlüyordum ben biliyor musun? Çocuk demenin bir beşer için bile manası büyüktür. Soyu yok olmaz mesela, en kötü bu sebeple çocuk ister. Ya da daha yalın ifade ile yok olma kaygısını, eser bırakamama kaygısını çocukla yener. Benim beklememse kaygıdan azade, duygumun eksik yönünü tamamlamak, ruhumun eksik yönünü doldurmanı beklemekti. Belki de gençlik azmi ile başaramadıklarımı sende imar etmek, seninle şehirler inşa etmekti. Meğer ne çok planım varmış. Dolayısıyla ben seni çok erken başladım beklemeye.
En sevmediğim işti beklemek. Söze riayetsizlik sayıyordum. Belki de hala aynı anlamları taşımakta ruhumda. Ama bekledim işte. İhtimalin heyecanlandırdı mesela, ama yine bekleme devam etti. Hani şu eskinin gelmeyen trenlerini bekler gibi. Tren garında bavulunu yanına almış aceleyle gitmek isteyen ama bir o kadar da gelesi olmayan treni bekler gibi bekledim. Ve bütün beklemelerim bir önceki beklemelerimin bir süreği olarak bekledim.
Sana çok anlatacağım şey vardı. Belki de daha doğru cümle kurabilmem için bekletildim. Seni beklerken sana neler anlatacağımı kurguladım. “Hah şimdi oldu” dedim, ama yine eksiklerimin farkına varmayarak devam ettim beklemeye. “Galiba şimdi oldu, evet evet artık ifade edebilirim, biliyorum çünkü” dediğimde “Biliyorum’u” ‘m’ siz yazmayı bile bilmiyormuşum meğer. “Oldu şimdi” cümlesi ne sık kullandığım ne kadar oldurduğum cümle idi. Oldu derken bile olduramaya olduramaya bekledim. Tıpkı Ankara’nın sabah ayazında tren garında paltosunun yakalarını kaldırarak ellerini oğuşturan, bir yandan da saate bakan amca gibi bekledim seni.
Beklediğimde gelmemeni de sevdim ve öğrenme süreci saydım. Öğrenecek çok şeyim olmadığını düşünsem de. Daha çok kabul süreci gibi oldu aslında bu durum. “Tamam tamam Eyvallah” cümlesi daha bir anlam içerir oldu örneğin. Ama sana anlatacağım çok şey vardı ve bir an evvel gelmen lazımdı. Üstelik yaş da geçiyordu hani. Gelmemen bende olası bir durumu da öldürdü aslında. Nicelerin çocuklarının yok olup gittiği bu çağda, belki şükürsüzce davranıp gereksiz bir şekilde sevinmemi de öldürdü. Kim bilir, doğduğunda annenle ağlamamız ondandır belki.
Sen geldiğinde yağmurlu bir sonbahar akşamıydı kızım. Şimdi seni görüyor olmak, konuşuyor olmak, adına anlamlar yüklemek ne güzel bir duygu. Beklemeyi sevmeyerek beklemeyi sevdim.
Öyle ya;
“Yağmurlardan sonra büyürmüş başaklar
Ve meyveler sabırla olgunlaşırmış.”
Ve ben de bir gün gözlerinin ta içine baktım. Derin bakman beni çok hüzünlendiriyor kızım. Evet hüznü seven bir adamım ama bakışlarındaki derinlik uluslar arası bir deklarasyon gibi.
Heyecanıma ver sen, daha kırk günlükken sana şii-sünni sorunu kritiğini anlatmıştım. Bildiğim konu ya hani… Gerçi demiştim sana anlatacağım çok şey var diye. Onun için de bekleyeceğim. Tıpkı dalgaların kayalara istikrarla vura vura 10.000 yılda sahile çevirmesini bekleyen bir kaya gibi bekleyeceğim.
Belki bir gün rıhtımda, boğazın ılık meltemine karşı konuşuruz seninle. Ayaklarımızı kayalardan aşağı sallamış bir şekilde. Hatta senin elinde sabır taşı bir olta olur belki. Ben ise aceleciliği ile sana kova kova su taşıyan baba olarak.