Çocukken babamın, meyve ağaçlarını neden hep evimizin önündeki bahçenin yol tarafına diktiğini anlamaz hatta sinirlenirdim; çünkü okula giden veya okuldan dönen çocuklar ağaçların dallarını kıra kıra toplarlardı daha yeni meyveye durmuş çağlaları ve hatta olmamış vişneleri. Ağaçlara mı üzülürdüm yoksa meyvelere mi, yoksa ben yiyemeden yok olup gitmelerine mi bilmiyorum; ama net olan şey babama olan kızgınlığımdı. İçeri dikseydi ya o ağaçları! O zaman aklımın almadığı bu olayda ne eğitici dersler olduğunu yaşım ilerlediğinde anlamaya başladım.

Akıl yaşta değil baştadır derler; ama bu söze bir şerh düşülerek yapılan meşhur devam kısmı da bulunur: “Lakin aklı başa yaş getirir”. Genç kardeşlerim kusura bakmasın, ben de yaşlı değilim gerçi; ama emin olun insan birçok şeyi el yordamıyla, deneye yanıla tecrübe etmeden asla anlayamıyor, bazen tecrübe etse de anlayamıyor, yanlış ve sabitleşen çıkarımlarda bulunuyor.
Babam neden ısrarla meyve ağaçlarını yol kenarına diktiğini, bu durumun ileride hayatta başımıza geleceklerle olan yakın ilişkisini bize ders gibi anlatsaydı anlayabilir miydik ya da anlasak bile ne kadar içselleştirebilirdik bilemiyorum. Ben küçük oğluma, yaptığım veya yapmadığım hemen her davranışın sebeplerini her seferinde etraflıca açıklamaya çalışıyorum. Artık çocuklar biz istemesek de bizden hızlı ilerliyorlar, imkanları daha fazla. Belki de bu her çağda böyleydi ya da böyle olmalı, hep bizden önde olmalılar, emin değilim.
Asıl anlatmak istediğim şey, şu veya bu şekilde, açıklaması ikna edici şekilde yapılmamış olsa da, ailenin çocukları olarak içimize bir tohum atılmıştı. İçimizde ne kadar büyüyeceği bize bağlı elbette; ama neticede gerekli şartlar sunulmuştu. Annem de sürekli ihtiyaç sahibi komşularımıza ulaşır ve hem maddi hem de manevi destekte bulunurdu.
Bir insanın bu şekildeki bir ailede büyümesi büyük bir bahtiyarlık. Tam tersi olduğunda, binlerce çocuğun ve masumun üzerine bombalar yağdıran bir çeteye karşı bile tepkisiz kalabiliyoruz. Bosna, Doğu Türkistan, Afganistan, Tibet, Keşmir, Irak, Sudan, Suriye, Mısır artık dünyanın hangi ülkesindeyse bir mazlumiyet, bir zulüm yaşandığında, bırakın eyleme katılmak veya soykırım destekçisi firmaları boykot etmeyi, bu durumu dijital platformlarda paylaşmayı bile boş iş olarak görebiliyoruz. Tüm coğrafyaları saydığıma göre sanırım gönül rahatlığıyla “Filistin” de diyebilirim artık; zira biliyorsunuz bu ülkede bazılarımızın gözünde, Filistin’den bahsetmenizin ön şartı ilk olarak diğer tüm coğrafyaları ve mağduriyet konularını saymaktır. Sonra sıra gelirse, izin verilirse Filistin’i de sayma hakkına sahip olabilirsiniz.
Aaa! Aklıma geldi bak! Ortaokuldaydım. Yukarıda bahsettiğim, evimizin önündeki meyve bahçelerinde, insan olmayan ilk dostumla tanıştım ve bir süre bu hayat yolunda birbirimize eşlik ettik. Adı Şimşek’ti. Komşumuzun köpeği Bambi bizim tavuksuz kümesimizde doğum yapmıştı. Yavruların hepsi siyahtı, sadece o boz renkliydi ve kıpır kıpırdı. İzin istedik sahibinden ve aldık onu. Çok hareketli olduğundan adını Şimşek koyduk. Bahçeye kulübesini yaptık, koştuk oynadık beraber aylarca. Anılar paylaştık. Geceleri dışarıya bırakıyorduk, dışarıdaki köpeklerle koşup oynasın diye. Bir sabah kalktığımızda zabıtaların zehirli iğneyle vurduğu köpeklerin arasında gördüm Şimşek’i. Cansız bedenini arabaya atıyorlardı. Tasması da vardı ama o günlerin şartları işte. Kimse umursamamıştı. Ortaokuldaki bir çocuk için yıkıcı bir tecrübe. Saçma gelebilir; ama ben Filistin’i o zaman anlamaya başladım desem inanır mısınız?* Kendisine bağlandığım bir varlık haksız yere benden çalınmıştı. Üzüntülüydüm, öfkeliydim. Derler ya hep “İçinde hayvan sevgisi olmayan kişi insanları da sevemez.” diye. Hadi biraz suçlama yapalım, az varmış gibi biraz daha ötekileştirelim birilerini: Aslında içinde insan sevgisi olmayan kişilerin hayvanları, doğayı gerçekten sevdiğine filan inancım zaten çok azdı; turnusol kağıdı gibi kimin ne olduğunu gösteren Gazze soykırımı süreci bu az olan inancımı da tamamen yok etti. “İnsana olan inancımı kaybettim” gibi klişe cümlelerle açıklayamazsınız bu çelişkili durumu. Nasıl ki yoldan geçen insanlara saldırıp sakatlayan sokak hayvanlarının varlığı bizi hepsini öldürmeye sevk etmemeliyse, kötü insanların varlığı da bizi herkesten nefret etmeye itmemeli.
O ağaçlara ne mi oldu? İçimizde büyümeye devam ediyor, metafor olarak, meyve verip vermediklerinden emin değilim ama fiziki olarak artık yoklar. Kentsel dönüşüme giren bir bölgede, insan doğasına aykırı bir başka kentleşme faaliyetinin kurbanı olarak toprağa karıştılar… Meyve ağacı dikerek örnek olabileceğim bir bahçe yok artık, yeni örneklikler geliştirmem gerek.
_______________
* Yazı Gazze soykırımı esnasında, ülkemizde gerçekleşen bir ödül töreninde, sevilen bir oyuncunun, kendisinden önce bahsedildiği halde, bu soykırıma hiç değinmeyip, törene gelirken evinde bırakmak zorunda kaldığı köpeği hakkında duygusal bir konuşma yapması üzerine yazılmıştır.

Yazmak iyi geliyor. Müziğe ve şiire ilgim var. İşim dışında herhangi bir alanda uzmanlığım yoktur. Yazılarım sadece birer yorum, çok da anlam yüklemeyiniz. Aslen Erzurum, doğma büyüme Ankaralıyım. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şimdi Bursa'dayım. Geçinmek için memur olarak çalışıyorum. Evli ve bir oğul babasıyım. Hayattaki tek amacım insan kalabilmek. Kişisel gelişimciler kızmasın, somut bir amacım, hayalim ya da beklentim yok bu hayatta. Burası gurbet, neyi isteyip de elde etsek uçup gidiyor burada.

Yorum yap