İzlediğim bir film derin düşüncelere dalmamı sağladı. Filmde tüm dünyayı bulaşıcı bir hastalık sarar. Meydan birbirlerini yiyen, kan kokusu peşinde gezen sinir sistemi devre dışı olmuş insanlarla dolu. Film korku filmi gibi… Bu arada hiç sevmem korku filmlerini. Benim aklım bana zor yetiyor zaten.
Ama filmde bir şey var insanı çeken, “izle diyen” diye düşünürken filmin sonunda buldum cevabı. Hastalığın bulaştığı bir babanın çocuğunu hastalığın bulaşmadığı yerli bir kabileye ulaştırma çabası ve hastalığın tüm benliğini sarmış olmasına rağmen babalık içgüdüsünün ne kadar kuvvetli olduğu.
Günlerce aklıma o son sahne takılı kaldı. Babalık içgüdüsü, içgüdü diye dolandım durdum. Bir şeyin kelime anlamını bilmeniz yetmez. Popüler kültürde onun nasıl can bulduğu da önemli. Benim zihnimde “içgüdü” kavramının yaptığı çağrışım çılgın, özgür, kendi türüne bağımsız, anlam arayışından uzak, haz bağımlısı, toplumun ahlaki değerleriyle savaşan her kelimenin ve her isteğin ön tabelası olmuş.
Tam da burada kulağımda Eric Liddall’ın sözü çınlıyor: “İçgüdülerin ruhun efendisi değil, hizmetkarı olması gerekir.” Modern dünyamızda yok saydığımız bir gerçek var: BABALIK. Aile denen kurumun yarısı. Tabi ki eğitim önemli ama içgüdü denen şey işin asıl lokomotif yönünü gösteriyor. İçgüdü çalışmıyorsa eğitimle falan ne kadar zorlarsanız zorlayın mesele bir yere varmıyor. Maya Angelou’nun da dediği gibi “içgüdülerinize güvenin o sükûnet içinde Tanrı’nın sesini duyacaksınız.” Bu söz bana içgüdünün sözlükteki anlamlarından birini hatırlatıyor “Bir hayvan türünün bütün bireylerine kalıtım yoluyla geçen ve yaşamın korunmasına yarayan bilinçsiz eylem ve davranış biçimi.”
Modern dediğimiz çağda annelik içgüdümüzün, babalık içgüdümüzün yerini ne aldı da sorumluluklarımız gevşetildi ve bize zulüm gibi görünmeye başladı? Sert duruşlu, bıyıklı, kaba görünüşlü ama ailesi için çocukları için hayatını feda eden babalarımızın yerini gülen, ince sesli, zarif, bakımlı babalar aldı ama içgüdülerinde sorun var. Ne eş olabiliyorlar ne de baba. Feminizm kadınlığa zarar verdiği kadar erkekliğe de zarar verdi. Anneliğe zarar verdiği kadar babalığa da zarar verdi.
Filmdeki kadar ağır vaka salgın durumlarında bile canlılarla eşit olan babalık içgüdümüzün doğru olanı yaptıracağı düşünülüyorsa bir sorum olacak tüm insanlığa, gözünü ailesinin dışına çevirmiş babalara baba olduklarını hatırlatsak ve babalık içgüdülerini harlasak. Çocuk da yaparım kariyer de duygusunun doruklarındaki anneye sorumluluğunu hatırlatsak, annelik içgüdüsünü harlasak. Bizden sonra dünyayı, hayatı bırakacağımız nesillere daha büyük iyilik yapmış olmaz mıyız?
Birileri diğer canlılarla eşit olan içgüdü sarmalımızı yeniden oluşturmaya çalışıyor. Bağlılıklarımızı gevşetip, bağımlılıklarımızı artırarak…
Selam ve dua ile