(Bu yazıyı yazdığım zaman tam da bir siyasinin bu konuda bir açıklaması olmuş ve yoğun eleştiriye tabi tutulmuştu. O yüzden yanlış anlaşılmamak için yazıyı bekletmiştim; ama yanlış anlamaya müsait kişiler için bu durum kronik olduğundan endişem boşunaydı, bu yüzden yine olsa bu sefer yapmam.)


– Adamı biliyorum, tanıyorum, öğretmen, durumu iyi ama geliyor buraya “askıdan 2 ekmek ver bana” diyor. Bir şey diyemiyorum. Asıl ihtiyaç sahibi isteyemiyor ama bunun gibiler…

Aynı olaylar yeşil kart verilen zamanlarda da yaşanırdı. Altında arabası-evi olan iyi giyimli insanlar da bulunurdu kart sıralarında. Ya da kömür ve sair yardım talepleri toplanırken ihtiyaç sahibi olmadığı bilinen ama kağıt üstündeki kriterleri karşıladığı için başvuran ve yardım çıkan belli bir grup erdem yoksunu insan da vardı.
Dilencilik yaparak hayatını idame ettiren ama aslında banka hesaplarında milyonlarca lirası olan kişiler de var, gerek bizzat tanıdığımız gerekse haberlerini izlediğimiz-duyduğumuz.
Peki, bu durum bize ne göstermeli, nasıl davranmalı? Bahsettiğim durumlarda tepki olarak ne yapılmalı? Bu konuda çok kesin bir fikrim yok ama ne yapılmamalı konusunda aklımda birkaç net düşünce var.

Her şeyden önce, birileri kötüye kullanıyor diye bir uygulamadan, bir davranış şeklinden tamamen vazgeçilemez. Bunu bazen bazı abilerimden daha makro konularda da duyuyorum: “Böyle şeylere yol açacaksa hiç yapılmasın” şeklinde tepkiler veriliyor bazı idari veya siyasi konulara. Ama mesele insanken suistimale kapalı hiçbir konu yok ki. O zaman camilerden başlayıp okullara kadar her yeri kapatmak, bütün işletmeleri-faaliyetleri hatta örf ve adetleri de durdurmak gerek çünkü kötüye kullanılmayan tek bir kavram, tek bir değer kalmadı. Önlemler üzerinde kafa yormalı ama dediğim gibi şu an ben sadece kendimde ne yapmamalıyım‘ı çözmeye çalışıyorum.

Bana bunları düşündüren olaydan yani fırınlardaki askıda ekmek var uygulamasından başlayayım. Bu uygulama ne kadar zamandır var dünyada veya ülkemizde bilemiyorum ama mahallemdeki fırında 5-6 yıldır görüyorum ve severek katılıyorum. Bakkal, lokanta, ayakkabıcı vb. yerlerde de uygulamalarını gördüm. Ürünü alan kişiler, istedikleri miktarda ürünü askıya bırakıyor ihtiyaç sahipleri için. Bazı fırınlar içerideki tabelaya yazdırıyor, bazıları da kapı önündeki askılara asıyor. Mahalleye/yöreye göre ve çeşitli sebeplerden, uygulamalar farklılık gösteriyor. İhtiyacı olmayanlar da alıyor diye, kimse askıya ekmek bırakmazsa gerçek ihtiyaç sahibi nasıl gelip fırından ekmek alacak? Verilen tepkinin kendisi de başka haksızlıklara yol açıyor.

Burada tabi bu tür uygulamalara bazı eleştiriler de geliyor. Mesela içeriye tabelaya yazıldığı zaman, ekmek almak için gelen kişi, ya kendisini reklam etmek zorunda kalıyor ya da kimsenin olmadığı bir anı kollayarak askıdan ekmek istiyor ki bu durumlar insanın izzetine uygun olmuyor. Dışarıya asıldığı zamansa kimi yerlerde talanın önüne geçilemiyor. İnsanın içinde olduğu hemen her konu eksik/yarım kalır. Bu da onlardan biri; ama bu tarz eksiklikler var diye uygulamanın tamamını eleştirmek, olmamasını istemek makul değil.

İhtiyaç sahiplerinin tüm ihtiyaçlarının belirlenip tek tek, kalem kalem yardımda bulunabilmek de her organizasyonun harcı olmuyor. Ayrıca her vatandaşın bu tarz konularda bir farkındalığa ulaşmasının en uygun yollarından biri bu askı uygulamasıdır. İdeal bir devlet modeli için uygun olmayabilir tamam; ama hadi bir düşünelim, sosyal adaletsizliği tam anlamıyla çözmüş kaç tane devlet var bu dünyada?
Özellikle yardım faaliyetleriyle bizzat ilgilenen herkesin tecrübe ettiği hoş olmayan, acı ve insanın yüreğine sıkıntı veren konular var. Bunlardan birisi de gerçek ihtiyaç sahibini tespit etmek için uyanık, şüpheci ve araştırmacı olmak gerektiğidir. Bu ise muhatabın söylediği her sözü, hareketi süzgeçten geçirmek anlamına geliyor; fakat askı uygulamasında katılımcıların bu tespit imkanı bulunmuyor, çoğunlukla uygulamayı yöneten işletme sahiplerinin de bu imkanı olmuyor. Girişteki cümlede geçtiği  gibi, ihtiyaç sahibi olmadığını bildiği kişilerin talebini bile belirli sosyal sebepler nedeniyle geri çeviremeyebiliyorlar.
Yani diğer her konu gibi insana dair olan bu konu da daha çok su götürür ve üzerinde çokça araştırılıp sorunlar üzerine çözüm önerileri getirilebilir. Sorunları var diye uygulamayı tamamen yermek yerine, biz nasıl daha iyisini yaparız’ı düşünürsek, her alanda daha başarılı oluruz; çünkü insanın farkı budur. Yoksa sorunlar karşısında bağırıp gürültü çıkarmayı diğer bütün canlılar da yapıyor zaten.
“İnsanı anlamak, hayatı anlamaktır.” diyor ya hani bir belgesel kanalının sloganında, işte tam da öyle.

Yazmak iyi geliyor. Müziğe ve şiire ilgim var. İşim dışında herhangi bir alanda uzmanlığım yoktur. Yazılarım sadece birer yorum, çok da anlam yüklemeyiniz. Aslen Erzurum, doğma büyüme Ankaralıyım. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şimdi Bursa'dayım. Geçinmek için memur olarak çalışıyorum. Evli ve bir oğul babasıyım. Hayattaki tek amacım insan kalabilmek. Kişisel gelişimciler kızmasın, somut bir amacım, hayalim ya da beklentim yok bu hayatta. Burası gurbet, neyi isteyip de elde etsek uçup gidiyor burada.

Yorum yap