Hani seninle rıhtıma gidip rıhtımdan aşağı ayaklarımızı sallayacaktık ya… Şimdi sanki buluşma yerine söz verdiği saatte gelmemiş olmanın ya da mesaisine geç kalmış olmanın mahcupluğu var üzerimde. Belki de bu anlattığım mahcubiyetler geç de olsa orada olmanın rahatlığıyla karışık bir duygudur. Yani biraz biraz… Biraz mahcupsun ama yine de oradasın. Benimki geç kalmışlıktan ziyade orada olmamanın, olamamanın yarattığı bir mahcupluk.
Şöyle ayaklarımızın altına vuran dalgaları görememek, mavisine dalarak yosun kokusunu içimize çekememek, akşam rızkını arayan balıkçıları doyasıya seyredememek… Ve senin o sûkun halinle oltanın ucundaki titreşimi beklerken, benim tam zıddı bir hâl ile telaşeli koşuşturmaca içerisinde sana kova kova denizden su taşıyamacak olmam?
Sana da acı geldi mi tüm bu saydıklarım? Yo gereksiz bir hüzün havası yaratmaya çalışmıyorum. Kendimi buna zorlamıyorum da… Olmayacak bir hülyaya kendimi kaptırmanın bedeli de demiyorum merak etme. Sadece senin tuttuğun balıkları su dolu kovaya atman için kayalıklara inip denizden su almaya gittiğimde denize düşmemin komik hatırası olmayacak aramızda. İşte bu biraz acıtıyor. Öyle tam bir acı hali değil. Biraz fazla düşçü oluşumun etkisi, ha bir de dağa, taşa, denize havaya fazlaca mana yüklememin yarattığı ek problem bunlar, ya da olabilir.
Rıhtım hayalini de çıkardım mı hayatımdan, işte her şey sütliman olacak. Henüz sütliman olamıyorsa bu her şeyi düzeltmeye çalışmanın yok ettiği de olabilir. Sütliman olmuyorsa bile süt olur en kötü. “Liman da olmayıversin” demenin boşvermişliği var üzerimde.
Affet… Rıhtım derken her taraf süt oldu. Kayalıklardan denize düşmek kadar komik olmaz belki ama süt dökmek komik sayılır mı?
Şimdi rıhtımda kova kova su taşımak yerine yeni taşınacak su, yeni bir kırılacak odun bulmak lazım hem de onlarlaşmadan. Henüz kimse bilmiyor hangi suyun sakası olduğunu. İsmet Özel biliyor mudur acaba?