Genelde tarih algımızda ve özelde İslam tarihi algımızda bir sorun ile karşılaşıyoruz. Bu da öğrenmiş olduğunuz tarihin hep savaşlardan meydana gelmiş olmasıdır. Tarihi, savaşlar üzerinden anlamaya çalışmak, insanın galibiyet veya mağlubiyete odaklanmasına sebep olur. O zaman da ortaya iki sonuç çıkıyor: Bizimkiler kazandı veya bizimkiler kaybetti!
Bu tarih algısı ve tarafını seçme tavrı olduğu yerde öyle dursun; ben başka bir konuyu anlamaya çalıştım. Bu amaçla İslam tarihinde meydana gelen iki tane savaşı yüzeysel olarak ele aldım ve her iki savaştan sonra nazil olan ayetleri inceledim.
Ele aldığım savaşlar:
Bedir savaşı (İslam tarihindeki ilk galibiyetin sembolü)
Uhud Savaşı (İslam tarihindeki ilk mağlubiyetin sembolü)

Tabi ki burada savaşlarla ilgili bilgileri vermeyeceğim. Onun en ayrıntılı hali zaten kaynaklarda mevcuttur. Benim merak ettiğim konu şu idi: Galibiyet ve mağlubiyet Müslümanlarda nasıl bir etki yarattı ve nazil olan ayetler ne yapmaya çalıştı?
Malumunuz Bedir harbini Müslümanlar kazandı ve Mekkelilerden 70 kişi öldürüldü. Çok ilginçtir Uhud savaşını ise Mekkeliler kazandı ve Müslümanlardan 70 kişi şehit oldu.
Bedir savaşı ile ilgili olarak Âli İmran Suresinin (121-129) ve Enfal Suresinin İlgili ayetlerini
Uhud savaşı ile ilgili olarak Âli İmran Suresinin (139-175) ilgili ayetlerini inceledim.

GANİMET-BEDİR GALİBİYETİ

Bedir savaşı ile ilgili ayetleri iki kısma ayırabiliriz:
Birinci kısımdaki ayetler Müslümanların özellikle sayıca az olmaları ve aslında fiili savaşa kendilerini henüz hazır hissetmemeleri nedeni ile savaşın hemen öncesi ve savaş sırasında yaşadıkları kaygı, korku, güvensizlik duyguları ile ilgili olmuştur. Ayetlerde Müslüman ordudaki bu duygular çok doğal karşılanmış yaşadıkları soruna ki ana çözüm ileri sürülmüştür. Peygamber efendimizin dili ile ifade edecek olursak;
Allah bizimle beraberdir, O bizim yardımcımızdır.
(Madem galibiyetin sayıca üstün olmaktan kaynaklandığını düşünüyorsunuz) Allah bize yardım etmeleri için bin- üç bin- beş bin Melek gönderecektir.
Buradan Müslümanlardaki (insan olmaları hasebiyle) en doğal zaaflarının göz ardı edilmediğini görüyoruz.
İkinci kısımdaki ayetler savaştan sonraki olaylar ile ilgili olmuştur.

Böyle önemli bir galibiyetten sonra, ilgili ayetlerde daha farklı bir dil beklerdim doğrusu. 300 kişinin 1000 kişiyi yendiği bir savaştan sonra takdir ve övgü dolu bir dil. Belki uygun olmayacak ama “ aslanlarım, helal size, size güveneceğimi biliyordum, harikasınız” herkese benden çay ve 3 maaş ikramiye modunda bir dil.
Onun yerine “ (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (8–ENFÂL 75/1. Ayet ) ayeti Göktekilerin tercih ettiği şey ile yerdekilerin önemsediklerinin farklı olduğunu gösteriyor.

Enfal suresini incelediğimizde galibiyetten sonra gündeme gelen ilk konulardan biri ganimetlerin durumu olmuştur. (Enfal Suresi 1. Ayet)
İncelemelerim sonucunda vardığım sonuç şu ki, varlık, her zaman için kendisi ile beraber sorunları da getirmektedir. Bedir dönüşü ortaya çıkan problem şu idi: Elde edilen bu varlığın sahibi kim ve paylaşımı nasıl olacaktır?
Varlığın doğurduğu ikinci problem ise Adalet problemi olmuştur. Yetkiyi elinde bulunduran-paylaşımı yapacak olan adil mi ve adil davranacak mı?
Mekke ve işkence dönemini, hicreti ve Medine kardeşliğini yaşamış bu ilk İslam toplumu için varlıkla sınanmak yokluk ile sınanmaktan daha zor olsa gerek.

Esirlerin durumu ve ganimetlerin paylaşımı konusu hukuki bir konu gibi gözükse de, ayetler bu konuyu iman konusu olarak değerlendirmiştir. Teknik bir konu olan ganimetlerin dağıtılması ile Mü’min olmak neden yanyana anılmıştır? Bence insan, varlık içinde kendisini ve maksadını unutan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla ayetler asıl önemli olanı, yaşamın maksadını hatırlatıyor bu vesile ile.

Ve yine anlıyoruz ki galibiyet, sahip olduğumuz zaafları unutmamıza neden oluyor. Bedir savaşına giderken korkanlar, savaşmak istemeyenler ganimet paylaşımı sırasında bunları unutmuş gibi görünüyor.
Galibiyetin verdiği “Bu İşi Biz Yaptık” duygusu yerine aslında bu galibiyetin sahibinin Allah olduğu vurgusu öne çıkmaktadır.
Anlıyoruz ki ümmete “Vasat Olmayı” tavsiye eden vahiy, insanda da “Denge”yi önemsemektedir. Şımarmaya karşı Tevazu… (Enfal Suresi 17. Ayet) Burada vahyin anlık müdahaleler ile ince ayarlar verdiğine şahit oluyoruz.
Şımarma, Nankörlük, Önceki zaaflarını unutma, Zorluk esnasında birbiriyle kenetlenenlerin rahatlıkla dağılması, Sosyal birliğin zayıflaması gibi Bedir galibiyeti sonrası baş gösteren sorunlara karşı Galibiyet Allah’ındır” ve Allah’tandır uyarıları yapılmıştır. Sosyal dağılmaya karşı “Bir Olan Allah” etrafında toplanma çözüm olarak sunulmuştur.

Elbette ki ilgili ayetlerin o dönemdeki reel yaşamın içerisinde kapladığı bir yer vardı. Kendilerinin bile inanmaktan güçlük çekeceği bu galibiyetin ardından yaşanan olay ve sorunlarla ilgili çözüm, değerlendirme ve tespitler içeren ayetler inmiştir.
Ancak özet olarak şunları fark edebiliyoruz: Allah Müslüman topluluğun zayıflığını ve zaaflarını göz ardı etmemiştir, yok saymamıştır.
Galibiyetin verdiği şımarma ve nankörlük duygusuna karşı tevazu, işlerin Allah’a ait olduğu duygusu ön plana çıkarılmıştır. Anlıyoruz ki galibiyetler kibirlenmeye ve asıl önemli olan şeylerin unutulmasına neden olabilir.
Ganimetler ve esirler dolayısıyla elde edilen “varlığın” neden olduğu sosyal sorunlara karşı Bir olan Allah’a ve O’nun otoritesi altında toplanmaya çağırılmıştır. Ve yine anlıyoruz ki varlık ve paylaşım, Adaletin sorgulanmasına neden olur. Burada merkezi otoritenin varlığı ve icraatları devreye girer.

KAN-UHUD MAĞLUBİYETİ
Bilindiği üzere, tarihi kaynaklarda geçtiğine göre Uhud Savaşı’nda (öldürülen 70 müşrike karşılık) 70 sahabe şehit olmuştu. Uhud Savaşı’nın nasıl bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu ve mağlubiyetinin Müslümanları nasıl sarstığını yine kaynaklarda görmekteyiz.
Kaybetmek, en sade anlatım ile insanda “şok” etkisi yaratır. Afallama durumu geçtikten sonra sorgulama ve suçlu arama aşaması başlar. Suçluluk duygusu suçlamaya dönüşür. Bu durum hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda dağılmanın zeminini oluşturur. Peşi sıra inmiş olan olan ayetlerin bu sorunu dikkate aldığını, aynı zamanda yenilginin sebebini de gözler önüne sermeye çalıştığını görüyoruz.

Uhud Savaşı’ndan sonra ayetlerin gündeminde olan ilk şey teselli ve Allah’a olan güvenin tazelenmesi olmuştur. (Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz. 3/139)
Peki Allah’a olan güvenin tazelenmesi ve hatırlatılması neden bu kadar önemlidir?
Çünkü, hemen hemen Mekke’nin fethine kadar geçen süreçte Müminlerin Peygambere ve Allah’a olan iman ve güvenleri haricinde başka bir motivasyonları yoktu.

İkinci olarak yapılan şey, şehitlik üzerinden yenilgiye bir anlam yüklemektir. Çok ilginçtir, Bedir Savaşı’nda galibiyeti kendinden gören müminlere verilen asıl duygu şu idi: “Galibiyet Allah’tandır!” Uhud Savaşı’ndan sonra yaşanan mağlubiyette de aynı duygu verilmektedir. Bu mağlubiyete Allah izin vermiştir ve Allah bu günleri insanlar arasında döndürüp dolaştırmaktadır. Mağlubiyete yüklenen en önemli anlam İMTİHAN duygusudur. Bu zorlukları boşuna yaşamıyorsunuz, kimin gerçekten iman ettiğini kiminin de imanının zayıf olduğunu bu şekilde seçip ayırmaktayız, denmektedir bir anlamda.
Bence bu motivasyonun sağlanmasında kaynaklık teşkil eden düşünce şudur: Allah neden bizim yanımızda olmadı? Madem ki biz O’nun ve Resul’ünün yanındayız, yolundayız; O’nun için savaşıyoruz ve onun için ölüyor-öldürüyoruz, neden galip olmadık? Haklı isek (ki Haklıyız) kazanmalıydık! Diyebiliriz ki, haklılık ve hakikatin sonucunu şimdi ve burada görmek istiyorlardı.
Kazanmak için İman Etmiş Olmak Yetmiyor mu?

Mağlubiyet durumunda Müslümanlar ciddi anlamda sarsılmışlar ve suçlu aramaktaydılar. Bu durum ayetlerde de geçmiştir. (3/165: … Bu nereden başımıza geldi?…) Ben bu sorunun “muhasebeye dönük bir soru” olmasından ziyade duruma anlam verememe ile ilgili bir soru olduğunu düşünüyorum. İman etmek, hak yol üzerinde olmak, iyilerden olmak farkında olmadan karşılığını beklemeye itiyor insanı. Bunların cennet haricinde bu dünyada da karşılığı olmalı diye düşünürüz.
İman ettiği için savaşanlar, iman ettikleri halde kazanamayınca sorgulamaya başladılar.
Allah bizimleyse bu yaşadıklarımız niye?
Haklı olan biz isek bu başımıza gelenler nerden geldi?
Bedir’de daha zayıf olduğumuz halde kazanmıştık!
Bu sorgulamanın gelip dayanacağı yer imanın da sorgulanması olacaktır. Bu nedenle olacak ki, ayetler Müslümanları teskin etmeye ve imanlarına yakışır şekilde düşünmeye çağırmaktadır.

Bedir Savaşı’nda olduğu gibi Uhud Savaşı’ndan sonra da Müslümanların, savaş esnasında ortaya çıkan zaaflarını daha sonra unuttukları (savaştan önce savaşmak istiyorlardı ve sabırsızdılar. Ancak savaş başladıktan sonra korkuları galip geldi ve ayetlerin ifadesi ile ölmekten korktular) gündeme getirilmiştir. Buna bir nevi yüzleştirme diyoruz. Aslında başlarına gelen o yenilginin sebebi hakkında küçük bir işaret de sayılır.

Münafıkların kara propagandaları etkisi ile olsa gerek, Allah’ın bu işin dışında olmadığı ile ilgili hatırlatma burada da gündeme gelmiştir. Her ne kadar bu mağlubiyet üzerinden imanın sorgulanmasına müsaade edilmemiş olsa da; bu yenilgiyi değerlendirirken “Allah yokmuş gibi” değerlendirilme yapılmasına da izin verilmemiştir. Bedir Savaşı’nda galibiyet Allah’tandı. Uhud Savaşı’nda ise ölüm Allah’tandır. Her iki durumda da verilen duygu şudur: Başınıza her ne gelirse Allah’tandır.
Peki Neden?
İki tarafı bulunan, kazananı-kaybedeni bulunacak olan, savaşıldığı için ölünecek olan bir duruma Allah, aktif bir konumda dahil edilmiştir?
Farklı bir yazımda, “bazı durumları değerlendirirken Allah yokmuş gibi düşünün-değerlendirin” demiştim. Buradaki durum benim bu tavsiyemden biraz farklı gibi görünüyor. Ancak ben yine öyle düşünmüyorum. Çünkü olay ve durumları değerlendirme tarzımız hatalı ve bundan dolayı hatalı sonuca varıyoruz.
Bedir’de daha zayıf olduğumuz halde kazandığımız için Uhud’da da kazanacağız anlamına gelmiyor. Zaten savaşın savunma savaşı yerine meydan savaşı olarak istenmesinin asıl nedeni de buydu. “Kazanacağız ve elde ettiğimiz ganimetlerle borçlarımızı kapatacağız (Bu düşünce savaşın bir nedeni idi.)
İman etmek, sadece iman etmektir. Haklı olmak da sadece haklı olmak ve iyilerden olmak da sadece iyilerden olmaktır. Başka bir şeyin garantisi ve sözü değildir. Savaşın, zenginliğin, dünya hükümranlığının, kazanmanın, dünyada acı çekmemenin alınmış garantisi değildir.
Bence Müslüman zihni bu yenilgi üzerinden nakış nakış işleniyordu. İmanı, Allah’ı, Peygamberi, haklı olmayı hiç bir durumda tartışma konusu yapmayın, deniyordu.

Gündeme gelen başka bir konu ise günümüz anlamı ile Kader: Allah’ın yazdığından başkası başınıza gelmez, nerede olursanız olun ölüm gelip sizi bulur. “Eğer savaşa gitmeselerdi ölmezlerdi!” söylentisine karşı vahyin itirazı bu şekilde olmuştur. Nerede olursanız olun yine ölecektiniz! (… De ki, evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları yerlere çıkıp gideceklerdi… 3/154)
Neden?
Çünkü İslam size ölümsüzlüğün garantisini vermiyor. Allah’ın razı olmasını vaat ediyor sadece.
Savaş sonucunda yaşanan mağlubiyetin etkisini azaltma amacıyla önceki nesiller, Peygamberler örnek gösterilmiştir. Müminlerin çok zorlandıkları bu ortamda kullanılan bu yöntem de somutlaştırma ve örnek model göstermektir. (3/146-148)

Bedir Savaşı’nda da şehit olanlar olduğu halde gündeme gelmeyen “Şehadet ve Şehitlik” vurgusu Uhud Savaşı’ndan sonra gündeme gelmiştir. Bundaki maksat, “boşu boşuna bir çok insan öldü” propagandasına karşı gelmek miydi, Müslümanların acısını hafifletmek miydi bilemiyorum doğrusu.
Ancak biliyoruz ki, zorluklar ve kayıplar insanı sarsar, yersiz ve hatalı sorgulamalara neden olur. Sağlıklı düşünmeye engel olur. Uhud savaşından sonra anlıyoruz ki ayetlerin maksadı yaşanan her şeye bir anlam vermektir.
Çünkü amaç sahibi olmak, anlam sahibi olacağımız anlamına gelmiyor.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap