Siren sesleri acilin içinde yankılanmaya başladı birden. Kapıya çıktım, çünkü hiç bir ambulans bu şekilde gelmezdi. Ne trafik kazası ne de arrest olmuş hasta. Merakla şaşkın bir şekilde bakmaya başlamışken göğsüme bir buru girdi. Ambulans acilin girişine gelmiş, kulakları yırtan sesi ile hala devam etmekteydi. Acilin girişinde kapatılan siren sesi kapatılmamış yanık yanık türküsünü söylemeye devam ediyordu.
Tüm acil personeli, kayıt yapanından dikiş atanına, muayene edeninden enjeksiyon yapanına her biri elindeki işi bırakıp kapıya koştu. 112 şöförü iki adımda arka kapıya uzandı. Tam kapıyı açmaya yeltenirken sol tarafına, acile baktı…
⁃ Ne bakıyorsunuz abi, el atın n’olur, kız elden gidiyor.
Diye feryat etti. Hep beraber genç kızı ambulanstan indirdiler. Koşar halde doğruca resüsitasyon odasına yöneldiler.
Sedyenin geçtiği yer kırmızı halı serilmiş gibi oluyordu adeta. Doğal bir protokol hizmeti sunuyordu personele. Buraya gelin, kırmızı halıyı takip edin, siz de gelin lütfen bakın ayağınıza halı serdim der bir hal oluşmuştu.
Acil personeli, yüzü hariç heryerinden akan kanı nasıl durduracağını bilemez bir halde kenardaki spançları avuç dolusu alıp boş buldukları yere tampon yapıyorlar beş saniye tutup sonra tekrar bir avuç spançla yeniden basıyorlardı.
Acil uzmanı “Bekletmeyin hastayı, doğru tomografiye.” Diye bağırdı. Damar yolu açılmış, kan takılı ve oksijen maskesi bağlı bir halde koşar ayak tomografiye götürdüler. İlk kez orada göz göze geldim hayaline bile kan sıçramış Songül ile. Tomografi masasına yatırırken bana babasını sordu.
⁃ İyi, iyi abicim merak etme. Sen nasılsın?
Dediğimde
⁃ Ben iyiyim de abi babamı düşünüyorum. Onu çok kötü vurdular.
⁃ Ben gördüm babanı kuzucuğum. Diğer odada, kan takıldı şuanda da gayet iyi durumu. Şimdi sen toparlayacaksın tamam mı? Hadi sağlam dur.
Diyerek ruhunu sakinleştirmeye çalıştığım Songül’ün ilk görüntüsünü aldım. Başından sonra her bir cm2 saçmayla dolmuştu. İçeride tomografi masasında yatmakta olan Songül’ün başında beyin cerrahı, kalp damar cerrahı, göğüs cerrahı ve acil uzmanı vardı. Bütün bu hekimlere destek sekiz sağlık personeli de Songül’ün başında hala tampon, serum ve kan ile uğraşmaktaydılar.
Tarama görüntüsü alamadan ilk görüntüye bakmaya geldi uzmanlar. Her birinin ağzından şu ortak cümle çıktı.
⁃ Off, buna ne yapacağız biz. Allah’ım sen sabır ver.
Uzmanlar kaygı dolu gözlerle tomografi görüntüsünü incelerken ben Songül ile göz göze geldim. Yeni kararmış bir zeytin gibi olan gözleriyle bana bakıyordu. Bıraktım kumanda masasını hemen yanına gittim. İpek böceğinin işlediği her bir saç teli, ışıl ışıl yüzünde tatlı bir tebessüm, zeytin gibi boncuk gözleri ile bana
⁃ Abi
Dedi.
⁃ Abi, ne gördü doktorlar?
Sol elimi başına koydum, İpek böceğinin ürettiği o ipek saçlarını ellerimle tararken:
⁃ Hangi tedaviyi uygulayalım diye düşünüyorlar abicim. Dedim.
⁃ Abi peki bu abla kim, çok güzelmiş doğrusu.
Diyerek gösterdi bizim hemşire Yasemin’i.
⁃ Bana neden söylüyorsun ki? Yasemin onun adı kendin söyle hadi. Yasemin bak Songül ne diyor sana?
⁃ Abla sen çok güzelsin, böyle saçların, gözlerin falan ne güzel bir hemşiresin, gerçekten.
Deyince Yasemin hemşire gözyaşlarını tutamayarak:
⁃ Sen daha güzelsin ablacığım. Derken bir yandan o da sağ eliyle Songül’ün başının sağ tarafını okşuyordu.
Ben başının sol tarafında, Yasemin hemşire sağ tarafında Songül’ün başı avuçlarımızın içinde iken kapandı zeytin gözleri. Yasemin hemşire de ben de sonunu bildiğimiz bu hikâyede figüran olarak daha fazla tutamadık kendimizi. Bizi sakinleştirmeye gelen kalp damar cerrahının “tamam evladım hadi kalkın” söylemleri de tesir etmiyordu. Ne bana ne de Songül’ün zeytin gözlerine.
Kalp damar cerrahı bizi Songül’ün başından kaldıramayınca acil uzmanı geldi.
⁃ Gelin size olayı anlatayım.
Diyerek kolumuza girdi. Biz de 18 yaşındaki Songül’e nasıl kıyıldığının merakı ile kalktık. Songül tomografi masasında biz camın arkasında kumanda odasında oturur halde dinlemeye başladık Ali Çetin hocayı.
Songül’e bir genç aşık olur. Genç lise 1’den beri aşıkmış Songül’e. Songül her seferde reddetse de bu reddedilme hali gençte aşkı tutku haline çevirmiş. Artık daha bir ısrarcı olmaya başlamış.
Bu zamana kadar her isteği yapılmış, her istediği alınmış, parmağıyla gösterdiği iki edilmemiş genç, ailesine bu durumu anlatınca bu sefer ailece kızı istemeye gitmişler.
Kapıda bir anda isteme maksatlı gelenleri gören Songül’ün babası:
⁃ Böyle iş mi olur efendi? Her şeyin bir adabı erkânı var. Hem bu iş böyle olmaz hem de Songül seni istemiyor. Hadi gidin şimdi buradan.
Deyince aile usul usul uzaklaşır. Yarım saat sürmez gene reddedilmiş, istediği oyuncağı alamamış, bir de ailesi ile kovulmuş genç gurur yaparak geri kapıya dikilmiş bir kez daha çalar kapıyı. Babası açar kapıyı. Açar açmaz “Ben sana demedim mi lan çekin gidin buradan” diye bağırınca genç “Son kez soruyorum kızı veriyor musun vermiyor musun? Diye karşılık verir.
Bunu duyan baba çılgına döner “Sen kimsin ulan” diyerek gence yelteneceği esnada genç arkasında sakladığı pompalı tüfek ile babasına 4 el ateş eder. Seslere koşan Songül de babasının başına gelirken 3 el ateşle vurulur. Songül gene hastaneye yetişir ama baba oracıkta hayatını kaybeder.
⁃ Demiştim sana ya benimsin ya da toprağın!
Diye bağırarak uzaklaşan gencin akıbeti nedir bilinmez ancak bilinen bir gerçek var. O da aman ağlamasın, aman bu da hemen her şeye kızıyor, tamam tamam sus, al bak sana ne aldık. Diyerek her isteğini her gösterdiğini yerine getirdiğiniz çocuklar yarının katilleri oluyor. Yüreklerini kömür karasına çevirdiğiniz gençler zeytin gözlülere kıyıyor.
Songül; öbür dünyan güzel olsun.
Bilinçli, şahsiyetli, ahlak ve erdemle yeni nesiller inşa eden ailelere minnetle.