Modern insan der; sataşır dururum ya, dur dedim kendime bugün!
Bildiği başka yol olsa o yollara sapmaz mıydı? Vebalı bir çağın yolcusu o. İnsan aklının ve iradesinin Tanrı olduğu bir çağda geldi dünyaya.
Üzüldüysen; sen izin verdin, kırıldıysan sen, istersen başarırsın, savaş kazanırsın. İnsanın kamçılandığı kadar kim kamçılandı şu dünyada. Hem de sevdikleri ve öz nefsi tarafından.
“Rabbin sana darılmadı ve seni terk etmedi” ayetindeki itminan duygusu nerede var. (Duha suresi)
Öz şefkat yoksunuyuz ve çağ her gün biraz daha gaddarlaştırıyor bizi. Dünya alanında iyiler, en iyiler, çok daha iyilerle dolu. Başarının zirvesindekiler… Allı pullular…
İnsan mutluluğu kovalıyor. Alışverişte, yemekte, sohbette… Dünyanın diğer ucunda, kan dökerken, zorbalık yaparken, uyuşturucuda, alkolde… gördüğü her taşın altında mutluluğu arıyor. Ya mutluluk öyle aranınca bulunan bir şey değilse. Küçükken yaşlı teyzelerden duyduğum ve içimi ürperten bir hikaye vardı. Ölüm anında şeytan gelecek ve “bana imanını ver sana bir yudum su vereyim” diyecekmiş der, korkuyla dua ederlerdi. Ya şimdi bir yudum mutluluk için verir mi insanlık imanını? Akıl ve irade tanrısının gazabına uğradık galiba.
Şu kısa hayatımın bir bölümünde çocuk onkolojisi servislerinde bulundum. Çocuk hastalar ayrı, bir de onların tepeden tırnağa evlat acısıyla dolmuş anneleri vardır. Benim gözlemlediğim iki tür anne vardı; biri teslimiyetçi; elinden geleni yapıyor, ama ötelerde bir gücün varlığına inanıyor ve inancı ona başına ne gelecek olursa olsun güç veriyor. Tüm acısına rağmen yüzü gülüyor. Konuşuyor, ekmeğini, acısını, hayatı paylaşıyor. Olacak olana razı olmuş.
Hani Reşat Nuri Güntekin’in o muazzam anlatımıyla “Ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır; tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şefkat var gibidir. Şikayet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara daha az zalim olurlar.”
Hastane servislerinde görülen ikinci tür anneyi de anlatayım mı? Savaşçı anneler; maalesef bunlar genelde eğitimli annelerden oluşuyor. Çok kızgınlar, öfkeliler, hem hayata, hem Tanrıya küsmüşler. Acıları yüreklerinde öfke gazabına dönüşmüş. Kendilerini bir savaşın tarafı gibi görüyorlar. Ağızlarından en sık duyacağınız cümle “bu savaşı kazanacağız.” Hangi savaşı? Vücudunuzda milyonlarca hücreden biri ya da bir kaçı yolu şaşırmış, anarşi çıkarmış. Ben ona savaş başlatıyorum. Kendi vücuduma, kendi hücreme. Nasıl bir bakış açısı, nasıl bir hayatı yorumlama biçimi. Tedavi etmiyorum, onarmıyorum, iyileştirmiyorum, imar etmiyorum: Savaşıyorum. Aklıma bilge kral Belkıs’ın halkına savaşı anlatışı geliyor. Haline bir bak; bu savaş bitirmiş seni. Bir yudum huzur, bir gram mutluluk için neler vermezsin. İçinde harlanarak büyüyen yangına daha ne kadar dayanacaksın, diye düşünüyorum.
Hayat uzun bir yolculuk dostum. Sonunda varacağımız yer aynı fakat oraya varmayı planladığımız yollarımız farklı. Bir yol daha var gelmek istersen. En dertlilerin dahi dayandığında huzur bulduğu teslimiyet dostum. Acziyetini kabul ederek yüce bir güce teslimiyet. Hani Ataullah İskenderuni’nin de söylediği gibi “En hayırlı vaktin, içinde muhtaçlığını gördüğün ve özünde zelil oluşunun farkına vardığın anlardır.”
Selam ve dua ile.
*Görsel: Yağ hücresi (sarı) içinde Transmisyon Elektron Mikroskobu (TEM) ile renklendirilmiş mitokondriler (mavi).