Akşam ezanı daha yeni okunmuştu. Ben mutfağımda çorba kaynatıyorum. Bir araba karşıdan karşıya geçmeye çalışan kediyi ezdi. Ölümün kaygı ve üzüntü veren havası yayıldı bir anda. Ne yapmalı? Galiba yapacak hiç bir şey yok. Olayın ilk şahitleri 15 yaşlarında bir erkek ve kız. Şaşkın ve korkmuş durumdalar. Ama gözlerinin önünde yaşanan ölüm dahi olsa ilk şaşkınlıklarını atar atmaz kız `telefonun yanında mı? Beni çek` diyor. Erkek daha zor toplanıyor belli ve telefonlar çıkıyor. Video kayıtlar başlıyor.
Kız; ruh halini yansıtan bir şekilde ellerini kavuşturmuş duruyor. Erkek; bir kediyi, bir kızı çekiyor. Acı dağılıyor bir anda, gerçeğin bir parçası değiliz artık, ekrandaki bir görüntünün parçasıyız.
Anlatmanın ve dinlemenin güzelliği ile, çekmenin ve izlemenin şehveti yer değiştiriyor. Ekrana gömülmüş bir dünya var artık. Ne konuşacağımız, ne düşüneceğimiz, neye üzülüp, neye sevineceğimiz hatta ne yazacağımızı belirliyor.
Medya bir konu belirliyor. İliklerimize kadar bizi o konuya boğuyor. Kontrol onda. Sonra bir anda başka bir konuya geçiyor. Kimse önceki konu ne oldu demiyor. Acıyı tanımlamayı, hissetmeyi, hastalığı, mutluğu her şeyi onun gözünden öğreniyoruz. `Genel geçer sevdalar bizimkisi.`
Son bir kaç aydır gündem maddelerimiz nelerdi hatırlıyor musunuz? Medya bitti dediği anda bitiyor. Medyanın izin verdiği kadar ilgileniyoruz yada medyanın izin verdiği kadar dikizliyoruz, izin verdiği kadar üzülüyor, ağlıyor, seviniyoruz.
Medyanın ahlakı yok. Toplumsal travma yaratacak kadar dozu yüksek tutuyor. Hatırlayın kadın cinayetlerini. Hangi kadının, hangi kızın, hangi evladın dünyasını altüst etmedi. Hatırlayın Neslican’ın vefatını. Kendi yakınlarından bir hastaya geçmiş olsun demeyi bilmeyen binlerce insan Neslican’a gözyaşı döktü. Ailesinde kanserden kayıp vermiş kadar yas tuttu.
Okuryazar olmadan, ekran sever olunca böyle oluyor galiba. Dünyayı ekrandan izleyerek çözmeye çalışıyoruz. Sevgili Amın Maalouf’un dediği gibi `Her şeye üzülen ama hiç bir şeyle ilgilenmeyen insanlar.`
Düşüncem odur ki, bu halimiz iki tür travmaya neden oluyor. Birincisi toplumsal travma. Travmaya direkt tanık olan ya da yaşayan kişiyi bilirsiniz ve tedavi planı oluşturabilirsiniz. Peki ekran başında acıya ya da şiddete adım adım tanıklık edenleri ne yapacağız? En son Elazığ depreminde depremi direkt yaşayanlara, kayıplar verenlere psikolojik destek ortamı sağlayabilirsiniz.
Ama günlerce ekran karşısında olayın her saniyesini izleyen, belki bir arama kurtarma, ilk yardım ekibinin sinirlerinin zor dayandığı anlara şahit olan çocuk, genç, yaşlıların ruh hali ne durumda fikri olan var mı?Bunların travması ne olacak?
Yine son günlerde basında gördüğümüz bir kadın cinayeti vakası gündemdeydi. Bir erkek karısının boğazını kızının gözleri önünde bıçakla kesiyor. Kadının ve çocuğun haykırışları var. Hadise bir kezyaşanıyor. Ama medya sayesinde tüm ülke, günlerce kadının yalvarışlarını ve o çocuğun korku dolu haykırışlarıyla doldu taştı.
Devlet kimi korumaya aldı? Olayı yaşayan kızı. Çünkü yaşama bağlanabilmesi için terapi görmesi lazım. Peki ekranlardan günlerce bu faciayı izleyenlerin travması ne olacak.
İkinci travma: yalnızlık ve değersizlik travması. Medya bir acıyı alır, öyle allar pullar ki milyonları arkasına takar. En son kanser tedavisinde kaybettiğimiz bir canımızın ardından yaşadık bu duyguyu. Aynı anda aynı tedaviyi gören binler var hastanelerde. Aynı ilgiye fazlasıyla layık bir sürü çocuk… Ama çoğu yapayalnızlar. Arkadaş ve akrabaları tarafından terk edilmiş acılı insanlar.
En yakınlarının timsah gözyaşlarını görüyorlar sosyal medyada ve acılarıyla baş başa kalıyorlar.
Belki biraz uyumalısın. Uyku en iyi ilaçtır. Sen uyandığında medya yeni oyuncağını bulmuş olacak.