Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı siyasi ve askeri kaos, beraberinde zihni bunalımlara neden oldu.

Hiçbir şey artık eskisi gibi değildi. Asırlar boyunca teşekkül etmiş olan alem çökmüştü.

Yeni bir şey söylemek lazımdı. Osmanlı saray çevresinde yetişmiş ve Batılı düşünce tarzını benimsemiş aydın kesim için çözüm basitti: Seküler esaslara dayalı bir milliyetçilik mevcudiyetimizin temelini oluşturabilirdi.

Genel çerçevede haklı gerekçelere dayanan bu düşünce, ulus devlet modelinin (her ne kadar birçok mağduriyet yaratsa da) yerleşmesini sağladı. Kemalizm bu noktada şüphesiz başarılı oldu.

Batı’nın emperyalizmine karşı bir mücadelenin ardından yine Batılı moderniteyi esas alan Kemalist düşünce, temelleri Meşrutiyet yıllarında şekillenen İslamcılık düşüncesi tarafından ciddi eleştiriye uğradı.

İslamcılar, milliyetçilik ve devlet kavramına bakış bağlamında Kemalistlerle kesişmelerine rağmen dini hayatın kamusal alanda yaşaması noktasında onlardan ayrıldılar. İslamcılar şüphesiz dinden arındırılmış bir milliyetçilikten yana değildiler.

Devlete bakış her ikisinde de benzerdi. Devlet kutsaldı. O zaman onu yöneten de kutsaldı. Her ikisi de belli bir ideolojiyi devlete hakim kılma ve bunu topluma dayatma şeklinde ifade edilebilecek düşüncelere sahiptiler.

Bu iki düşünce yaklaşık yüz yıldır evrilerek günümüze geldi. İkisi de bir şekilde Türk siyasi hayatının merkezinde yer aldı ve almaya da devam ediyor.

Fakat ülke her açıdan büyük bir buhranın içindeyken teşekkül eden bu düşünceler aşağı yukarı tarım toplumunun içinden doğup ete kemiğe bürünmüştü.

Bu nedenle bir savaş dönemi ideolojisi olarak Kemalizm, toplumu okuma refleksini zamanla kaybetti.

Aynı şeyin tersinden İslamcıların da başına gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim bugün yaşadığımız durum kısaca bundan ibaret.

Devleti önceleyen ama bireyi öteleyen anlayıştan; bireyin tüm haklarıyla adeta kutsandığı bir döneme geldiğimiz şu günlerde “devlet” denen organizma hala ele geçirilmesi gereken bir kale gibi görülmemeli…

Kriz dönemlerinde ülkeyi kurtarma adına ürettiğimiz düşüncelerle bugünü okumaya çalışmak büyük hata…

Burada lafım hem Atatürkçü ideolojiyi hem de İslam’ı bir ideoloji olarak devlete ve topluma dayatma gayretkeşliği içinde olanlaradır.

Kanaatime göre bağnaz Atatürkçülerle bağnaz İslamcılar bir anlığına medyada görünmeseler, ülkenin sorunlarının en az yarısı kendiliğinden çözülür.

 

Ömer Faruk

Yorum yap