Ampulün (elektrik lambası) mucidi kimdir? sorusuna, herhalde birçoğumuz aynı cevabı veririz: Edison.
Oysa gerçek bundan çok farklıdır. Edison bugün dünyamızı aydınlatan suni güneşin icadında rol alan binlerce insandan sadece biridir.
İnsanlık ateşi evlerin içini aydınlatma aracı olarak kullanıldığı dönemlerden geçmiş ve meşalelere, oradan çıralara, kör kandillere, iç yağından yapılmış pis kokulu mumlara, ispermeçet (iç yağına göre kokusuz ve issiz olan balina yağından yapılan mum) mumlarına, gaz ocaklarına ve kömürden yapılmış ilk ampullere kadar gelmiş ve bir altyapı oluşturmuş “tabiri caizse topu kaleye kadar sürüp golü atması için son metrede Amerikalı bilim insanı Edison’un ayaklarının ucuna bırakmış” ve Edison bütün bu gelişimleri derleyerek ilk akkor ampulü laboratuvarının duvarına asmıştır.
Fakat elektrik lambasının icat edilmesinde bundan öte bir ışık tutucu daha var ki o da enerjidir. Yani evrende her zaman var olan ve her zaman var olacak bir enerji. M.Ö. 600’lü yıllarda Antik Yunanlar hayvan derisinin üzerine kehribarı sürtmenin bu ikili arasında bir çekime neden olduğunu fark etmiş ve böylelikle statik elektriği bulmuşlardır. Edison’un ampulü icadında bu statik enerjinin de payı oldukça fazladır.
Görüleceği üzere elektrik lambasının keşfi, arkasında binlerce yıllık birikimin izlerini taşımaktadır.
Aslında tüm keşifler için durum aynıdır.
Buradan hareketle beşeri düşünce akımları da bu teknolojik gelişimlerden farklı değildir.
Tüm beşeri ideolojiler, izm’ler ve fikir akımları, arkasında binlerce yıllık bir birikimin izleriyle bugünlere gelmiştir. Her izm’in öncüsü, tarihin bir döneminde, tıpkı Edison örneğinde olduğu gibi, ayaklarının ucunda buldukları topu kaleye atma eyleminden başka bir şey yapmamıştır. Ve adını kurdukları ideoloji bir zaman sonra ampul misali evlerimize ve zihinlerimize kadar girivermiştir.
Hiçbir beşeri ideoloji yoktur ki kendisinden önce söylenmiş bir sözden olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilenmemiş olsun.
Nitekim deizm üzerinden gidersek;
Tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan; dışarıdan müdahale olmadan doğa kanunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme eğilimi deizmi ifade eder.
Kehanetlerin, mucizelerin, dinsel dogmaların, demagojilerin ve kaynağı ilahi ilan edilen dinlerin reddinden dolayı peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günah, ibadet, dua, vahiy, melek, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramların bu inanışta yeri yoktur. Belirli bir öncüsü, merkezi bulunmaması sebebiyle deizm’de ihtiyaç duyulan tek şey sağduyulu olmak ve her şeyi akıl süzgecinden geçirmektir.
M.S. 500’lü yıllarda Mekke’de tanrı inancının var olduğu ve fakat bu tanrıya ait güçlerin, kendi elleriyle yaptıkları diğer tanrılara tevdi edildiği dolayısıyla bir peygambere ihtiyaç duyulmadan kendi işini kendi adına yeryüzünde idame ettirdiği, hiçbir şeye müdahalede bulunmadığından dolayı da her türlü günahın mubah sayıldığı ve yine bu inanma öğretisinin gereği olarak insanlar arasındaki anlaşmaların ve uzlaşmaların salt akıl süzgecinden geçirilerek yoluna koyulduğu inancının günümüze uyarlanmış şekline deizm diyebilir miyiz?
İşte tam da bu yüzyılda ilahi takdir, söz sanatının çok güçlü olduğu bir kavme söz sanatının en güzeli olan kelimelerle doğru yolu bir kere daha gösteriverdi.
Bir peygamber eliyle…
Bir peygamber duruşuyla…
ve arkasından yürüyen er-oğlu erlerle binbeşyüz yıl yol alıverdik.
Geçmişin tebliğ söylemlerinin yanında dik duruşa sahip önderler varken günümüzde (2000’li yılların başından sonra) sadece kitap sayfalarında, Facebook’ta süslü yazılarda, Instagram’da resim (poz) altına düşülen notlarda, dik durabilen insanların sözleriyle baş başa kalıverdik.
“kısaca duruş” gitti “söz” kaldı…
İşte bugün gençliği izm’lerin tuzağından kurtaracak şey, duruş sahibi insanların son şahitleri olarak bizlerin bu kelimeleri vücuda getirme zamanıdır.
ZAMAN SÖZÜ DEĞİL, EYLEMİ AKTARMA ZAMANIDIR…