(Editör notu: Henüz lisede okuyan genç bir takipçimizin kaleminden dökülenler. Kendisine başarı ve feraset diliyoruz.)
Günümüzde 7’den 70’e hepimizin hayatında büyük bir yer kaplayan sosyal medya araçları teknoloji devrimi gerçekleştikten kısa bir süre sonra yaşantımıza girdi. Sosyal medya araçları bilgiye hızlıca ulaşabilme, paylaşabilme, iletişimi kolaylaştırma ve daha birçok yenilikten faydalanma olanağını bizlere sunar. Bunun yanında gerek psikolojik gerek bedenen bir dizi rahatsızlığı beraberinde getirir. We Are Social ve Hootsuite’in yayınlanan “Digital 2020” raporuna göre Türkiye’de bir bireyin sosyal medyada ortalama geçirdiği süre 2 saattir. Küçük bir matematik işlemi yaptığımızda 15 yaşından itibaren her gün sosyal medyada 2 saat geçiren bir birey 60 yaşına geldiğinde ömrünün yaklaşık olarak 4 senesini sosyal medyada vakit geçirerek harcamaktadır. Bir girip çıkayım, onu beğeneyim, buna yorum yapayım derken sosyal medya hayatımızdan 4 seneyi alıp götürmektedir.
Tabi ki tek suçlu sosyal medyaymış gibi davranmak doğru olmaz. Suçlayacak birini arıyorsak önce aynaya bakıp kendimizi ve bizlere teknoloji kullanımını yanlış empoze etmiş sistemi eleştirmeliyiz. Şöyle çevremizi kısaca gözlemlersek yemeğini yemediğinde ya da uslu bir şekilde durmayıp ağladığında, en ufak bir problemi olduğunda ona sevgi gösterip onunla ilgilenmek yerine hemen eline bir telefon tutuşturulup teknoloji ile içli dışlı bir şekilde yetiştirilmiş çocukları, ailesi veya çevresi tarafından ilgi ve şefkat gösterilmediği için gerçek dünyadan kaçıp sanal dünyaya sığınmış genç bireyleri, dost, arkadaş ya da eşleriyle en ufak kavgasında diyalog kurup sorunlarıyla yüzleşip onları çözmek yerine kendisini sanal dünyaya kaptıran, sorunlarını bir sorun havuzunda biriktiren yetişkinleri görürüz.
Bu bireyler ilgisiz, sevgisiz, şefkatsiz acı gerçekler dünyasında kalmaktan ve bununla yüzleşmektense herkesin birbirini sevdiği, hüzne yer verilmeyen, kendisine anlık mutluluklar vererek tabiri caizse mutluluk sarhoşu yapan sanal bir dünyaya kaçıyor. İşte bu kaçışın ağır bir bedeli olarak da içine kapanmış, depresif, iletişim kurmakta zorlanan, biz duygusunu kaybetmiş, kendisi olmak yerine sanal dünyanın olmasını istediği sahte bir ben kisvesine bürünmüş, sorunlarıyla yüzleşip onlarla mücadele etmek yerine ardına bakmadan sorunlarından kaçan, toplum ruhunu kaybetmiş bireyler yetişmekte ve bu bireyler de adeta kendilerinin bir kopyası olan çocuklar yetiştirmektedir. Bunun sonucunda sahte bireylerden oluşan tamamen birbirinin aynısı, eyleme geçmeyip yalnızca şikayet eden, tek gayesi gününden arta kalan saatlerini sosyal medyada geçirmek olan, düşünmeyi hissetmeyi ve biz duygusunu unutmuş, ben merkezli toplumlar oluşmaktadır. Sanal dünyada kendi nefsini tatmin etmek uğruna, gerçeklere gözünü yummanın ağır bir cezası olarak da bu toplumlar zamanla ya asimile olup başka bir topluluğun emri altına girmeye ya da tarihin tozlu sayfalarında yerini almaya mahkum olur.
Fatih Yapıcı
25/12/2021