Geçmiş tarihte ve günümüzde hala yaşamakta olan bir çok ateist filozof–düşünür, dinlerin insan yapısına tamamen zıt olduğu ve insanları sömürmek amacıyla ortaya atılmış bir iddiadan ibaret olduğunu dile getirmişlerdir. Belirtilmesi gereken ana konu ise dinler kavramının tamamen genelleme yapılarak bir karara varılmasıdır.
Doğduğumuzda her şeyden habersiz ve tamamen anne babaya muhtaç bir durumdayızdır. Yaş ilerledikçe artık bir şeylerin farkına varmaya başlayan insan belirli bir olgunluğa erişince kendi kendini ister istemez sorgulamaya başlıyor. Ben neden buradayım ? Ben nasıl meydana geldim gibi sorularla ilgilenen insanların olduğu kadar tamamen arzu ve heveslerini kutsayarak yaşayan ve hayatın anlamını ve amacını bir kez bile olsun sorgulamamış insanlarda mevcut.
Bir çok psikoloğun insanlar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda insanların olmazsa olmaz özelliklerini ve bu özelliklerin bulunmadığı tek bir insanın bile olmadığını savunmuşlardır. Birinci olarak insan mutlu olmayı ister. İnsan mutluluğa ulaşmak için elinden geleni yapar. Mutluluğu için kendi amaçları vardır ve bu amaçlar uğruna gerçekleştirmek istediği bir takım eylemler vardır. İşte mutluluk konusunda İslamı ele aldığımızda insana hem bu dünyada hemde ahiret hayatında mutluluğu temin ederek insana bir takım eylemlerde bulunmasını ister. İnançsız bir insan için yaşam ölüme kadar olan zamandır. Bir saniye sonra bile hayatta olacağımızın garantisi yokken bir ateistin yok olma düşüncesi onun planladığı ve gerçekleştirmek istediği amaçları ister istemez dünya ile sınırlı tutar. İşte İslam bu sınırı kaldırarak hem dünya yurdunda hem ahiret hayatında insana sınırsız mutluluk vaadinde bulunur.
Bir diğer konu ise insanların kendine saygı duyulması ve itibar görme isteğidir. Bir insana saygı duyulması için ilk önce onun ahlaki davranışları ele alınır. Tabi bu kişiden kişiye farklılık gösterebilir (makam, maddiyat vb). İslam yine insanlara belirli değiştirilemez ve ortak olan ahlaki kurallar koyar. Ahlak için dinin gerekli olmadığını savunan ateist kısmın görüşene değindiğimizde herkese göre değişebilen bir ahlak kuralının tutarlı ve gerçekçi olduğunu söylemek çok zordur. Örneğin bir insan için hırsızlık,ahlakına ters bir davranış değilken başka birine göre ise bu çok ahlaksız bir davranış olabilir. Ahlak kuralları ortak ve net olmalıdır. Herkes tarafından kabul görülebilir ilkelerden oluşmalıdır. Yine bu özellikteki ahlaki kuralları karşılayan unsurun Din olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
İnsan şüphesiz bilgi edinmek isteyen ve sorgulayan bir yapıya sahiptir. Bilgi edinme, sorgulama ve araştırma insanı insan yapan belirli özelliklerdendir. İnançsız bir insanın zihninde yaratıcı modeli olmadığı için gerek çevreye gerek yaşantısına tamamen şüpheli bir şekilde yaklaşır. Ama kafasında bir Yaratıcı modeli olan bir insan için her şey daha anlamlıdır. Her şeyin bir yaratılış gayesi ve bir gereği vardır. Durum böyle olunca insanın kafasındaki şüphe taşları teker teker yerine oturmaya başlar. Değindiğim gibi insanı kuşkudan kurtaracak tek şey yine dindir.
Sonuç olarak din, insan yapısına ve fıtratına ters olmanın aksine insanı insan yapan, bu dünyada yaşamına anlam katan bir unsurdur. Dini inancın olmadığı yerde ahlaksızlık, şüphe ve güvensizlik vardır.