Başlığın tersini yazan Dücane Cündioğlu’na inat hazret kısmını sona koymayı tercih ettim. Aslında durum değişmiyor fakat umrumda da değil. Bir “prezans” anlamından çok ironik yaklaşmayı tercih ettim.
Çocukken hepimiz insanlık ailesini oldukça büyütüyoruz gözümüzde. Gençken bazılarını bir ikon, “idol” haline getiriyoruz. Belki de bebeklikten itibaren içimizde doğuştan olan “dünyaya olumlu bağlanma” içgüdüsünden kaynaklanıyordur bu durum.
Öyle ya; süt güzel, mama güzel, meme güzel, çiçek, yağmur, baharlar, dereler, tepeler, ağaçlar … Her şey çok güzel. İnsan neden öyle olmasın?
Hiçbir sinek, böcek, kuş, yılan, bulut, dağ başı yanıltmıyorken bizi, insan neden yanıltsın? Hiçbir süt sirke tadı, hiç bir sirke şerbet tadı vermiyorken insan neden olduğundan başka görünsün, göstersin?
Yalan söylendiğini ilk anladığınız zamanı hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum. Hatırlıyorum ve bunun neden yapıldığını anlamak ve hayal kırıklığımı gidermek için mideme giren o Sartre’ın adamı tarzı “bulantı” yı unutamıyorum hala.
İyiyi, değişmeyeni, aldatmayanı “insan”da arama huyumu epey geç yaşlarda bıraktım. Binlerce kez aldatıldıktan, mandepsiye bastıktan, kumpasa düştükten sonra. Artık hiç bir şeye şaşırmamayı öğrendikten sonra ise çocuklarım bile yirmili yaşlarına gelmişlerdi.
İnsan vahşi ve irrasyonel bir canlı. Jean Baptiste Del Amo bir çevre aktivisti olduğu kadar aynı zamanda bir roman yazarı. Ve yazmış olduğu “Hayvan Hükümranlığı” romanında bir ailenin geçimini sağlamak için Fransa’nın güneyinde bir yere bir domuz çiftliği kurmasını hikaye eder. Bir süre sonra hayvanlardan satılık et üretme isteği hayvanlara kötü ve ilkel davranmalarını normalleştirir. Arkasından daha fazla para kazanmak için çalıştırdıkları insanlara kötü davranmayı normalleştirirler. Bir süre sonra gözlerini kan bürümüş gibi kendilerinden başka insanların acılarına karşı tamamiyle duyarsızlaştıklarını anlatır uzun uzun.
İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran nedir diye sorsam tabi ki “akıl”dır diyeceksiniz. Fakat aklın ürettiklerinden cidden ne kadar insaniyet namına memnunuz? Ne kadar huzurumuzu temin ediyor bu “akıl”? İnsanı hangi erdemlere yükseltti, neyi sağladı, doğanın hangi kısmını güzelleştirdi?
Daha çok bozdu. Çiçeği, böceği, suyu, eti, dereyi, tepeyi dahası kendini en çok bozdu. Çünkü akıl –farklı mistik kullanımları dışarda tutarsak- tek başına diğer canlılardan ayırmaya yetmezdi. Çünkü akıl manipülasyonu, hileyi, kumpası, komployu da akledebiliyordu.
İnsana “Hz. İnsan” olması için verilen akıl, yine insan eliyle insanlık dışı eylemlere kurban ediliyordu. Hem de kaçıncı kez.
Bu yüzden Filistin ne kendi tarihinde ilk olan bir şeyi yaşıyor ne de insanlık tarihinde. İnsanlık tarihi aynı zamanda zorbalık ve vahşet tarihi. Bu zaman diliminden sonra da değişeceğini ummak ve aklın başka erdemler sunabileceğini beklemek çocukken inanma saflığımıza benzer bir inanç olur. Ve her zaman doğanın kanunu işler, aklın kanunu değil. Her zaman güçlü olan hayatta kalır. Filistin zayıf oldukça İsrail kan içmeye devam edecektir.
Akıl da doğanın bu ilkel kanununa boyun eğmekten öte hiç bir işe yaramaz. Biz aklın ne amaçla kullanılması gerektiğini cidden kavrayamadıktan sonra.