Hz. Adem/ Hz. Havva ve evrim ekseninde insan olma serüveni nasıl başladı ve nasıl devam etti? Tartışmaları devam edecek gibi gözüküyor.
Din ve inançlara dayalı kaynak ve algıya göre insanın ortaya çıkışını on bin, on beş bin yıl öncesine geri götürebiliriz.
Modern dünyanın kabul ettiği araştırma yöntemlerine göre ise yüz bin yıl hatta üç yüz bin yıl önceye gidebiliriz.
İnsanlık “Nasıl Başladı?” ile ilgili soruyu bir yana bırakırsak; düşünen, seven, inanan, güvenen, dayanan, muhtaç olan ve hisseden, birlikte yaşayan bir canlı haline geldikten sonra tek başına kalmak ile yetinmeyen “insanlar” bir araya gelerek aileyi ortaya çıkardı.
Vahiy, insanın var olma serüvenini Hz. Adem ve Hz. Havva ile başlatır. İkisi evlidir ve en başından itibaren Allah’a karşı sorumludurlar. Çocukları vardır. Yani dinin, başlangıca dair tasavvurunda hem ilk insan vardır ve hem de aile vardır. Aileyi insan olmanın doğal bir parçası haline getirmiştir. Ailenin tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar bizi binlerce yıl öncesine götürür.
Kökeni ve tanımı ile ilgili araştırma yapıldığında:
– Kan Bağı
– Soy Bağı
– Aynı Hanede Yaşamak
– Aynı çatı Altında Yaşamak
– Karı
– Koca
– Anne
– Baba
– Çocuk
– Evlilik
– Bakmakla Yükümlü Olmak
– Beslenme, Bakım, Geçim Sağlama
– Birliktelik
kavramlarına ulaşılır. Birbirinden sorumlu olan, birbirine dayanan, birbirine güvenen, ortak olana (ev, çocuk, maddi varlık vb.) sahip çıkan, ortak yaşama ve ortak gelecek tasarımına sahip olan insanların bir araya gelmesi aileyi ortaya çıkarmıştır.
İçeriği, anlamı ve oluşum şartları değişse de aile denildiğinde ilk akla gelenler şunlardır:
– Aynı çatı altında yaşama
– Evlilik bağı
– Evlilik bağı ile eşler arası cinselliğin meşru hale gelmesi
– Çocukların olması ile birlikte karı ve kocanın anne ve baba haline gelmesi
İster dinin/dinlerin etkisi ile ilgili olsun ister insanın zaman içinde oluşan tercihi/ yönelimi olsun aile yapısının binlerce yıldır var olmasının ve devam ediyor olmasının asıl nedeni çocuklardır.
Cinsellik, kıskanma, sahiplenme, aidiyet duygusu, mahremiyet gibi motivasyonlar sonradan gelir; daha doğrusu ikincil motivasyonlardır.
Çocukların ailenin varlığında ve devamında etkili olmasının iki ana nedeni vardır.
• Soyun belirlenmesi-devam etmesi:
Soyun devam etmesi duygusu ve motivasyonu ile ilgili çok fazla araştırma yapılmış ve yazı yazılmıştır. Bu duygunun psikolojik tarafı insandaki devamlılık duygusu-isteği ve ebedileşme arzusudur en temelde. Sonrası ise aidiyet ve sahiplenme duygusudur. Bu duyguları ekonomik ve sosyal ilişkiler takip eder. Bir erkeğin birden fazla kadın ile evlenmesi ve kadının birden fazla erkekle evlenememesi konusu da bu soyun devamı ile ilgilidir en temelde.
• İnsanın/çocuğun doğal yapısı ve gelişim özellikleri:
Doğduktan sonra yaşamda kalabilmek için başkasının bakımına en fazla ihtiyaç duyan canlı insandır. Hatta diyebiliriz ki, hem hayatta kalabilmek ve hem de “insan” olabilmek/kalabilmek için başkasının bakımına, onlarla birlikte yaşamaya muhtaçtır. Yaşamını içgüdülerle değil öğrendikleri ile devam ettirdiği için başkalarına ihtiyaç duyar. Fiziksel olarak yaşamına devam edebilmesi, hissedebilen bir canlı olması, düşünebilen bir canlı olması başkaları ile olan düzenli/daimi birlikteliğine bağlıdır.
Bebek/Çocuk İçin Aile Neden Önemlidir?
Fiziksel yaşamın devam edebilmesi için bir bebeğin başka birine muhtaç olmasını bir yana bırakarak diyebiliriz ki, bir bebeğin bildiğimiz anlamda insana dönüşebilmesi için anne ve babaya (ya da bu görevi görecek birilerine) ihtiyaç vardır.
Dünya ile ilk temas, ilk dokunuşlar, anne sütü ile beslenme ve bunun üzerinden oluşan ilk güvenlik hissi anne vasıtası ile meydana gelir. Anne ile kurulan bağ sayesinde duygu dünyası şekillenir ve hisseden bir varlık olur. Güven, sevme, sevilme, sıcaklık, özleme, doyum, merhamet, empati, vicdan gibi duygular anne/ebeveyn ile kurulan bağ sayesinde şekillenir. Aslında kendisi haricindeki varlık ve dünya ile kurulacak olan bağ/ünsiyet ebeveyn ile kurulan bağ üzerinden şekillenir.
Kalıtımın etkisi ile belli bir mizaca sahip olan bebeğin karakter ve kişilik şekillenmesi aile ortamında oluşur.
Aynı şekilde, kimlik gelişimi de (erkek, kız, Müslüman, dindar, vatandaş, ideoloji, sosyal roller, mesleki roller vb.) ailede başlar.
Bu noktada aile hem genetik aktarımın ve hem de kültürel aktarımın merkezidir.
Din Aileyi Neden Önemser ve Sahiplenir?
İnsanın aktif bir şekilde müdahil olduğu olayların seyrine baktığımızda değişim hızı katlanarak artmıştır.
Beslenme, barınma, avlanma, tarım, yerleşik yaşam, yerleşik yaşama bağlı kültürel-sosyal-siyasal değişiklikler, gündelik yaşam sürekli olarak değişmiş ve bu değişimin hızı katlanarak günümüze kadar devam etmiştir.
Değişime karşı verilen tepkiler de zaman ve içerik değişse de genelde aynı olmuştur. Çünkü değişime karşı hissedilen kaygılar ortak olmuştur.
Günümüzde özellikle kendisini muhafazakar/ dindar/ hassas/ geleneklere sahip çıkmaya çalışan/değerlere önem veren vb. tanımlayan çevreler de değişime karşı kaygı hissetmektedirler.
Dinin/vahyin insanlara olan etkisinin azalması, tarihe ve coğrafyaya ait değerlerin yitirilmesi, kontrolsüz değişimin ve bireysel özgürleşme taleplerinin artması, sosyal yapının çözülmesi ve değişmesi, insanın ve varlığın tanımının değişmesi, öte dünyanın tamamen yaşamın dışına ötelenmesi/ itilmesi/ yok sayılması bahsedilen hassasiyet sahiplerince endişe verici olarak karşılanmaktadır.
Bu endişe sadece, “sahip olduğumuz yetkileri/etkileri yitiriyoruz” gibi kontrol duygusuna ait bencilce bir duygu değildir. Aynı zamanda insana/insanlığa, onun gidişatına dair empatik bir endişedir.
Haklı olan ile haksız olanı belirlemek ve taraf tutmak değildir bu yazının amacı. Sadece endişe sahibi taraflara endişelenmek yerine enerjilerini harcayacakları alanı göstermeyi amaçlamaktır.
Öncelikle yapılması gereken şey, günümüz dünyasını iyi okumaktır. Günümüz dünyasında insanların çoğu şehirlerde yaşamaya başlamıştır.
Kırsal yaşama kıyasla şehir yaşamının birçok etkisi olmakla birlikte konumuzla ilgili ana etkileri:
• Ekonomik yapı değişir. Aslında ekonomik yapı ve yapının sorunları ana gündem maddesi olur. Kadınlar iş yaşamına girer. Kadının çalışması geleneksel kadın-erkek, anne-baba, aile yapısını değiştirir.
• Şehir yaşamının ana özelliği farklı grupların temas halinde olmasıdır. Bu durum esnekliği/farklılığa karşı esnek olmayı zorunlu kılar. Ayrıca değişimi hızlandırır.
• Anne ve babanın çalışması nedeni ile aile yapısı ve çocuk bakımı değişir.
İşte sorun da tam burada başlar. Değişime karşı kaygı duyan kesimlerin değişmesini istemediği ne kadar şey varsa hepsi aile yapısı ile ilişkilidir. Değerli görülen, zamana bağlı olarak kaybolması istenmeyen ve kendimizi insan gibi hissetmemizi sağlayan ne varsa hepsinin devamlılığını sağlayan şey ailedir.
Cinsiyet Rolleri ve İlişkiler
Cinsel kimliğin oluştuğu, cinsel kimlik ile uyumlu davranışların öğrenildiği, normallik algısının oluştuğu yer ailedir. Anne ve baba üzerinden erkek ve kadın kimliği oluşur. Cinsiyetler arası fark ve uyum anne ve baba arasındaki ilişki sayesinde gelişir.
Kadın ve erkek kimliğinin oluşması, kadın-erkek arasındaki ilişkinin şekillenmesi ve bu kimliklere anlamlar yüklenmesi de yine aile ortamında olur.
Cinsellik
Kadın ve erkeğin anne ve baba olması, çocuğun kendisini doğduğu andan itibaren bir yere ait hissetmesi, yaşamın ilk anından itibaren oluşan devamlılık ve tutarlılık ailede oluşmaktadır. Ailenin devamlılığını sağlayan şey de evlilik akdi/ sözleşmesi/ uygulamasıdır. Eskiden beri evlilik ve aile üzerinden cinselliğe ve cinsel ilişkiye şekil verilmesi sayesinde kontrolsüz cinsel ilişkilere, evlilik dışı çocuklara karşı bir kontrol sağlanmıştır.
Diyebiliriz ki evlilik ve ailenin var olma ve devam etme motivasyonu, dünyaya gelen bebeklerdir. Bu bebeklerin bakımı, büyütülmesi, onlara dair olan sorumluluk duygusu, insan denen canlının bakıma en fazla muhtaç olan canlı olması olmuştur.
Sevgi, Güven, Empati, Vicdan
Kendimizi insan olarak hissetmemizi sağlayan, dünya ile ünsiyet kurmamızı sağlayan ne kadar his/duygu varsa hemen hepsi ilk başta anne ile kurulan bağ sayesinde şekillenir. Tanrı/ Allah tasavvurumuz bile bu sayede şekillenir.
Dolayısı ile günümüzde şikâyet ettiğimiz değerlerin kaybolması, vicdan duygusunun ve empatinin zayıflaması, diğer insanlara yakın hissetme, güven duygusu, başkasını önemseme, başkası tarafından önemsendiği duygusu gibi özelliklerin temeli ailede atılır.
Dini Hassasiyetler
İnanca dair konular, insan ilişkileri ve gündelik/fiili yaşam ile ilgilidir. 13-14 yaşına kadar, yani ileri düzey düşünme becerilerinin geliştiği döneme kadar yaşam duygular ve alışkanlıklar üzerinden devam eder. Davranış kazanımı doğal yaşamın kendisi içinde oluşur ve insanı o yaşlara kadar asıl yönlendiren şey düşünsel faaliyetler ve onun üzerinden alınan kararlar değil duygulardır. Yani düşünsel dünyamıza göre değil duygusal dünyamıza göre kararlar alır ve öyle davranırız.
Duygu dünyasının da şekillendiği ilk yer aile ortamıdır yine. Dolayısı ile insanın nasıl bir inanca sahip olacağını belirleyecek en önemli faktör ailedir. Dinlerin dünya üzerindeki yayılışını incelediğimizde şunu görürüz: İnançlar bir sonraki kuşağa miras kalır. Bu mirasın dağıtım yeri çoğu zaman ailedir.
Sonuç
Dolayısı ile diyebiliriz ki, kaygı duyduğumuz tüm alanlara dair çözümler aile yapısını sağlamlaştırmaktan, ailenin devamını sağlamaktan, evlilik akdinin/ sözleşmesinin devamını sağlamaktan geçer.
Bebeklerin anneleri ile birlikte yıllarını geçirmesi, çocukların aile içinde zaman geçirmesi, anne ve baba rollerini görmeleri; insana var olan değişimlerin yıkıcı etkilerine karşı koruma sağlayabilir.
Aile desteklenmeden, annelerin de çalışmak zorunda kalmaları nedeni ile bebeklerden/çocuklardan uzaklaşmaları sorununa karşı iyileştirmeler yapılmadan;
• Kadınların iş yaşamına girmesine engel olmak ve ayıplamak
• Evlilik dışı cinsel ilişkiyi cezalandırmak
• Dinden uzaklaşan nesillere, mirasa sahip çıkmayan hainler gözü ile bakmak
• Tercihini farklı bir cinsel kimlikten yana kullananları dışlamak/cezalandırmak
• Devleti inanca dair uygulamalar çıkarması için zorlamak
işe yaramayacaktır.