(Yetimliğe terk edilmiş çocuklarımızın, kurumsal eğitim ile imtihanı üzerine bu yazı kaleme alınmıştır. Aile, çocuk ve kurumun çaresizliği içinde hissettiğim vicdanımın azabının kelimeleridir bunlar.)
İlayda!
Zamanın, mekânın ve dahi bilginin değiştiremeyeceği şeyleri arıyorum. Avucumun içine bırakıp bir çocuk hayranlığı ile izleyeyim ve bulduğum o şey ile ilgili fikrim, algım, düşüncem değişmesin.
Neden mi?
İsmini tam olarak koyamıyor ve cevap veremiyorum bu “Neden” sorusuna açıkçası.
Tüm zerrelerim buharlaşsa ve hayatın her şeyine nüfuz edebilsem, farkındalığım ve o esnada içinde bulunacağım durum; “Bilgi” ile mi ilgili olacak yoksa “His” ile mi ilgili olacak acaba diye düşünüyorum. Göz gözü görmediği bir karanlıkta ya da bir sisin içinde kaybolmak gibi bir duygu aradığım bu şey. Geriye sadece bir şey kalsa; o kalacak olan şey bilgi mi olur acaba ismi duygu mu/his mi?
Bu sorunun cevabı insanlık adedincedir sanırım…
Victor E. Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı ve Duyulmayan Anlam Çığlığı kitaplarını okumuştum üniversitede. Anlam arayışının ne kadar varoluşsal olduğunu fark etmiştim.
Yine Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar kitabını…
Müslüman zihni (en azından benim bildiğim zihin) dünyanın varlık anlamını bulmaya çalışırken mutlaka Allah’ı ve dünya sahnesi kapandıktan sonra açılacak olan cennet ve cehennem sahnesini hesaba katar. Can alıcı ve can yakıcı bir soru sorar: Bu serüven nerede bitecek?
İnsan bu, çıkarcı ya; cennette bitsin istiyor. Bu serüvenin sonu cennette nasıl biter? Diye bir soru sorduğumuzda bilgimizin bize vereceği cevap: İman etmekle olur. Allah’a, Peygambere, Kitaba ve Ğayba…
Kur’anı ve İslamı bilen bizler için bunlara iman etmekte fazla bir sorun yok.
Ancak Kolombiya’da ya da Bolivya’da uyuşturucu kartellerinin hükümran olduğu bir mahallede doğsan ve ailen de bu çarkın bir dişlisi olsa; bu mahalleye değil İslam insanlık bile uğramasa o zaman “Bu Dünyanın Sonu Cennetle Nasıl Biter?” sorusuna yine kalbim mutmain bir şekilde iman etmek ile der mi acaba? Bu çocuğun serüvenini cennetle tamamlamak için oluşturacağım mesuliyetler listesini kendime ait liste ile eşdeğer tutar mıyım? İşte kalbim bilgim ile aynı cevabı burada vermiyor. Bilgi ile his, akıl ile kalp farklı bir sonuca vardı.
İşte tam burada boşluğa düşüyorum. Bütün zerrelerin buharlaşıp her şeye nüfuz ettiği ve karıştığı ortamda beni tutacak olan şey bilgi mi olacak his mi. Cevap da buharlaşıyor.
Sanırım insan, bir ömür boyu aynı sorunun cevabını arar da, bunu fark etmesi zaman alır.
Yine üniversite yıllarında gördüğüm bir derginin adının anlamını sormuştum. (Cevabın doğruluğunu daha sonra araştırmadım. Hala da araştırmıyorum.)
İLAYDA: “Yapraktan düşen çiy tanesinin parıltısı”
O an anlamına vurulmuştum.
Aradan on bir yıl geçti. Gözümden düşen bir damla yaşın parıltısını görmüştüm rüku esnasında. O dem mısralar kaymaya başladı gözümün önünden:
Hangi el kirletti bu denizleri
Bu ummanları, kim böyle zehirledi İlayda!
Kıyısındayım zamanın, senden bir haber, bir esinti beklerim
Gönlümü dalga dalga alevler sarıyor
Yine bir tufanın eşiğindeyim
Kaç fırtına sardı yüreğimi görmüyor musun İlayda!
Tutunduğum tüm dalları alıp kopardı
Bu yürek hangi boşluğa düşecek, sormuyor musun İlayda!
Günden güne eriyor içimde biriktirdiklerim
Dokununca parmak uçlarım yanıyor
Karışmasın diye yokluğa, tutuyorum; avuçlarım yanıyor
Ben yanıyorum İlayda
Ahımda-efganımda suskunluğun yanıyor
Hani ya bir şey demeyecek misin!
… … …
Bana İlayda’yı yazdıran şey neydi? Zaman değişti, mekân değişti, hatta ben değiştim. Peki yıllar sonra neden tekrardan İlayda’ya vuruldum. Cevabı yok.
Doksanlı yılların meal/ders halkalarının etkisi ile olsa gerek tüm yazılarımda zihnim Kur’an’a doğru zikzaklar çizer; gitgeller yaşar. (Fetva arama çabamdan kaynaklanmıyor)
Bütün Peygamberler ile aynı zamanda yaşadığımı hayal etmeye çalışıyorum. Hz. Nuh, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Musa… Hz. Muhammed (Allahın selamı hepsinin üzerine olsun). Hangi dönemde neye hayran kalırdım ve kalbim neye vurulurdu? Hz. Nuh’un inşa atiği gemiye mi, inşa edilen Ka’beye mi? Yoksa Süleyman Ma’bedine mi? Belki de Yed-i beyzâ’ya veya denizin yarılmasına vurulurdum. Kim bilir belki de Hicrete veya Hacc’a!
Ana renkleri daire modunda hızlı bir şekildi çevirirseniz, görünen renk beyaz olur. Tüm Peygamberler Tarihini şerit misali hızlı hızlı çevirsem hangi renk görünür acaba?
İbadet, şeriat, muamelat, fıkıh, haram-helaller… Neye vurulurdum?
Sanırım, avucuma baktığımda, çocuk masumiyetiyle hayran kaldığım şey tüm o Peygamberlerin şahsiyetleri olacaktır. Sadakat, içtenlik, samimiyet, teslimiyet, şefkat, merhamet, dürüstlük, emniyet, sabır, adalet, doğruluk…
Bunların hepsi kalbimiz ve hislerimiz ile ilgilidir. Ve sanırım “Yetimliğe Terk Edilmiş Çocuklarımızın” anne ve babalarının gözden kaçırdığı şey de bunlardır. Ailede kaybettiklerini okulda çocuklarına bulduracaklarını zannediyorlar. Gönlünüzde yitirdiğinizi görünürde arayıp bulamazsınız Efendim. Evde kaybettiğimizi okulda bulamayız diye düşünüyorum.
Bilgiden önce sevgi ve güven, öğretmenden önce anne ve baba, okuldan önce ev, amelden önce… diye listeyi uzatabiliriz; ancak istiyorum ki herkes gönlündekini kendisi bulsun ve vurulsun.