– Baba boks haram mıdır?
– Bir şeyin zararlı olması ve kaçınılması için ille de haram mı olması gerekir?
Soruya yine cevap vermek yerine soru ile karşılık verdim. Tabi yine cinleri tepesine çıktı. Ne o istediği cevabı aldı ve ne de ben kendimi anlatabildim.
Peki, neden böyle oluyor(um)?
Haram-helal, iyi-kötü, doğru-yanlış, faydalı-zararlı gibi sınıflamalar üzerine iki türlü değerlendirme yapıyorum.
Birincisi cevabı arayan kişinin gelişim düzeyi.
İkincisi sorulara verilecek cevapların mantığı ve referans alanı.
GELİŞİM DÜZEYİ
Çocukken duygular sadedir ve sayısı azdır. Sevgi, korku, öfke ve belki sonraları kaygı. Yaşın büyümesi, yaşanmışlıkların artması ve zekânın da etkisi ile duygulara ait yelpaze genişler. Hatta eskiden olduğu gibi keskin çizgiler ile ayıramazsınız artık. Artık renklerde olduğu gibi birbirinden ayrı ve bağımsız duygular yoktur; renk spektrumu gibi duygu spektrumu vardır.
Duygular gibi doğrular, yanlışlar, iyilik ve kötülük de böyledir. Kişiye, duruma, zamana, mekâna, olaya göre değişkenlik gösterdiğini fark edersiniz.
Zamanla kavramların anlamını kaybettiğini, anlamlarında değişme ve kaymaların yaşandığını; etkilerinde değişmelerin olduğunu görürsünüz.
Dolayısı ile bir duruma kesin bir çözüm ve bir soruya kesin bir cevap arıyorsanız düşünme tarzınız hala çocuksudur.
SORULARA VERİLECEK CEVAPLARIN MANTIĞI VE REFERANS ALANI:
Bir şeyin neden haram ya da helal olduğunu biliriz.
Fakat neden doğru veya yanlıştır?
Neden iyi ya da kötüdür?
Neden faydalı veya zararlıdır?
Sorularının cevabına dair referanslar ve mantık alanı her zaman aynı mıdır? Zannetmiyorum.
Devlet aklı için kırmızı çizgi devlet çıkarı ve zorunluluklardır.
Ulusalcı bir akıl için ulusal çıkarlar ve ırksal üstünlüklerdir.
Müslüman bir zihin için Allah ve Resulünün uygun gördüğü, emrettiği ve nehyettiği şeylerdir.
Buna zamanın ve ortamın ruhu da diyebiliriz.
Kur’an-ı Kerimde şirkin yanlış ve hatta mantıksız oluşu ile ilgili bir ayet vardır.
Zümer Suresi 29. Ayet: “Allah şöyle bir örnek veriyor: Bir adam var ki onun birbiriyle ihtilâflı birçok ortak efendisi bulunmaktadır; bir adam da var ki bir tek kişiye bağlıdır. Şimdi bu iki adamın durumları eşit olabilir mi? Bütün övgüler Allah’a mahsustur; fakat çoğu bunu anlamamaktadır.”
Zamanın ruhu itibari ile ayetin indiği dönemde herkesin vereceği cevap: “Tabi ki kimse iki ve daha fazla efendi olmasını istemez. Efendiler/sahipler bile birden fazla olunca yetki, iktidar ve çıkar çatışması dolayısı ile sorun çıkar. Bu nedenle birden fazla İlah olması tabi ki akla aykırıdır.”
Peki ya bu soruya verilecek cevap: “Biz köle değiliz ki efendiye ihtiyaç duyalım. Bir tane bile olsa ne efendimiz/sahibimiz olsun ve ne de biz köle olalım.” olursa…
Birden bire soru anlamını yitirince cevap da işlevini ve ikna kabiliyetini yitirir.
Aşağılama amaçlı söylemiyorum; fakat insan ve insana dair hemen her şeyi virüse benzetiyorum. Tüm virüslere aynı ilacı veremezsiniz. Gripte işe yarayan ilaç Covid’te çaresiz kaldı.
Güncel meselelere verilen fetvaların sorunu da burada başlıyor.
Birincisi her şeye fetva veremezsiniz; çünkü fetva vermek için elinizdeki dini literatür yetersizdir. Dini literatürü din ile ve dini de Allah (c.c.) ile eşit/aynı kabul etmekten vazgeçtiğimizde bu belirttiğim husus daha kolay anlaşılır diye düşünüyorum.
İkincisi “fetva”nın geçerliliği ve toplumsal kabulü değişti.
Kendi özel alanınız içinde bir şeyin haram olması dolayısı ile uzak durabilirsiniz. Ancak uyuşturucudan tüm toplumun uzak durabilmesi için ihtiyaç duyulan kavram haramlık/günah değil zararlılık ve yasaklıktır.
Dine ait uygulamaların ve içeriğin Allah’a ait bir motivasyon, arzu ve ihtiyaç olduğunu zannetmek ile ilkokul öğretmeninin sınıfta çizgi çalışması yapmasının öğretmene ait bir ihtiyaç olduğunu zannetmek aynı şeydir diye düşünüyorum.
Dolayısı ile zamanın değişmesi ile birlikte toplumun, ihtiyaçların, doğruların ve önceliklerin değişmesi kaçınılmazdır.
Müslümanlar olarak her zamana ve zemine dair bir söz söyleme, her soruya cevap verme ve her soruna İslami çözüm üretme kompleksinden vazgeçmeliyiz.
Hâkimi olmadığın bir dünyada hüküm vermen yanlıştır ve aslında İslam’ın üretmediği sorunların çözümünü İslam’dan beklemek haksızlıktır.
Modern zamanlarda meydana gelen değişimlerin en belirgin şeklini cinsiyet rollerinde ve aile yapısında yaşadık, yaşıyoruz.
Bu sorun sadece modernlik ile ilgili değildir; aynı zamanda kentlilik ile de ilgilidir.
Bence iki alanda meydana gelen değişim cinsiyet rollerini ve aile yapısını çok etkiledi.
Birincisi kadınların iş yaşamına girmeleriyle erkeğe ve aileye bağlı/bağımlı olmaya dair mecburiyet duygusu ortadan kalktı.
Her iki cinsiyet açısından, katlanmak zorunda olmamak boşanmaları arttırdı. Dayanmak ve destek almak zorunda olmamak da evlenmeyi bir çözüm olmaktan çıkardı. Çünkü evlilik sadece ahlaki bir tercih değildir. Aynı zamanda bir dayanışma işlevi de görmektedir. Evlilik dışı ilişkinin doğallaşması ve boşanmaların artması aile yapısını değiştirdi.
Rollerin ve sorumlulukların yerini hakların alması da cinsiyet algısını ve cinsiyet rollerini değiştirdi. Kadın olmak, erkek olmak, eş olmak artık bir rol ve görev olmaktan çıkmış ve bir tercih halini almıştır. Bizim dışımızda belirlenmiş görevlere karşı sorumlu olmak yerine kazandığımız haklara sahip olmak daha kabul gören bir durum haline geldi. Tabi ki bunu modernliğin ve kentliliğin etkisi altında olan yerler için söylüyorum.
Dolayısı ile böyle bir ortamda kadın ve erkek olmaya, evlilik dışı ilişkilere ve aile olmanın yükümlülüklerine dair dini hükümlerden bahsetmeniz sadece sizin için anlamlıdır. Sözünü söylemiş olmanın rahatlığını yaşarsınız belki. Kıyamet/hesap günü için bir mazeretiniz olur; hakikati söylemiş olmaya dair. Ancak bu dünyada etkili olması açısından aynı şeyi söyleyemem.
“Ben özgürüm, benim bedenim benim kararım, kimseye hesap vermek zorunda değilim” diyen zihniyete söylenebilecek başka sözler de olmalı değil mi?
Bu minvalde düşünülmesi gereken konu bu değişimlerin haramlığı ve helalliğinden ziyade;
Aldığımız bir kararın sadece bizi etkileyip etkilemediğine bakmak gerekir. Cinsiyet rolüm, evlenmem, anneliğim, babalığım, iş yaşamım sadece beni mi ilgilendiriyor ve dolayısı ile sadece kişisel HAK alanıma mı giriyor? Yoksa aldığım kararların ve sahip olduğum hakların olumsuz sonuçlarını başkalarını mağdur edecek şekilde yaşıyor muyum? Mağdur olmanın hıncı ile mağdur etmenin duyarsızlığını örtbas mı ediyorum?
Evet, modern zamanların ve kentliliğin en büyük mağdurları ve istismar edilenleri bebeklerimiz ve çocuklarımızdır. Avazı çıktığı kadar sesini yükseltip hak talebinde bulunanlar kendileri yüzünden mağdur olan bebek ve çocukların haklarını ne zaman düşünecekler?
Birbirinin kahrını (!) çekmek zorunda olmak istemeyen ergen anne ve babaların vebalini “boşanmış aile çocuğu” olan çocuklar yaşıyor. Hayatlarını yaşamak isteyen çiftler, dünyaya getirdikleri evlatlarının hayatlarını ne hale getiriyorlar ve o çocuk kimin/kimlerin hayatını yaşayacak?
Bu yazıdaki maksat duygusal atraksiyonlar değildir tabi ki!
Bir bebek ve çocuk sizin cinsiyet rollerinizden, haklarınızdan, hayallerinizden, ahlak anlayışınızdan, özgürlüğünüzden daha değerlidir ve dikkate alınmaya değerdir. Çünkü var olmasının kararı sizin tarafınızdan alındı.
Toplumsal beklentilere savaş açan gözü kara kahramanlarımız, doğumuna sebep oldukları canlının ihtiyaçlarını umursamamayı ve ikinci plana atmayı da bir hak olarak görmektedirler.
Kendinizi ister kadın olarak algılayın ister erkek, ister homoseksüel olarak algılayın ister transseksüel, ister gay ister lezbiyen olarak algılayın ve hatta isterseniz insan olma haricinde yeni bir tür olarak algılayın; ne olarak algılarsanız algılayın dünyaya gözünü açan bir bebek anneye muhtaçtır. Ve anne adayının gerçek bir kadın olması gerekir.
Bir kadın annelik hormonları sayesinde bebeğini doğal bir şekilde bağrına basacak, biberondan değil kendi göğsünden emzirecek; emzirirken gözlerine bakacaktır. Dolayısı ile yeni doğan bir bebek sıcaklığı ve kokusu olan bir anneye muhtaçtır. Elinde biberon ile onu severek besleyen bir baba yeterli olmayacaktır. Bebeğini sütanneye götüren bir baba da yeterli olmaz. Bu konu bizim ile, egomuz ile, hayallerimiz ve haklarımız ile ilgili değildir. İnsan yavrusunun ihtiyaçları ile ilgilidir. Olduğunuz hal sizin suçunuz olmayabilir ve hatta sizin için bir suç da olmayabilir. Ancak bir bebeğe/çocuğa yaşamaması gereken bazı şeyleri yaşatmaya ve yaşaması gereken bazı şeyleri de yaşatmamaya kimsenin hakkı yoktur.
Bir bebek için kendisini sevgi ile emziren annesinin sıcaklığı, göğsü, sesi, kokusu, bakışları dünyanın nasıl bir yer olduğu ile ilgili bilgisi ve algısı demektir. Sadece dünyanın nasıl bir yer olduğu demek değil; kendisinin de nasıl biri olduğuna dair algısı demektir. “Sevilen, değerli olan, güvende olan bir bebek miyim?” sorularının cevabı annede saklıdır.
Birkaç yıl böyle devam eder ve sonra anne de yetersiz kalır. O zaman da çocuk, aile içinde yaşamaya muhtaçtır.
Çocuk gelişimi, psikoloji, sosyal psikoloji ve gelişim kuramlarında bilinenleri tekrar etmek veya onaylamak uzmanlık alanımı aşar tabi ki.
Ancak insan denen bu canlının “insan” olabilmesi için sadece korunmaya, aileye, insana ihtiyacı yoktur. Sevginin önce “anne” tarafından verilmesine; gözünü açtığı bu dünya ile anne üzerinden irtibat kurmasına ihtiyacı vardır. Yetimhaneler, bakım evleri, koruyucu aile sistemi, evlatlık verme sistemi asla bir annenin yerini tutamamıştır.
Anneden sonra muhakkak anne ve babaya ihtiyaç duymaktadır. Sadece anneye değil, sadece babaya da değil; anne ve baba ile özdeşleşen aileye ihtiyaç duymaktadır. Kuracağınız hiçbir sistem asla bu anne+anne-baba (aile) sisteminin yerini tutamayacaktır. Farklı sistemler oluşturulabilir ve işlerliği sağlanabilir; fakat o zaman insan, o bildiğimiz anlamda “insan” olmayacaktır.
Evlilik dışı ilişki haram mıdır?
LGBTQİ+ haram mıdır?
Çocuk sahibi olmadıktan, dünyaya bir insan yavrusunun gelmesine sebep olmadıktan sonra yapacağınız her şey sizi ve inanıyorsanız Tanrınızı ilgilendiriyor. Sahip olduğunuz ve sahip olduğunuza inandığınız hakları elde etmek için mücadele etmek, sınırları zorlamak, bedel ödemek size kalmıştır.
Ancak söz konusu artık bir bebek olduğunda, hangi sebeple olursa olsun bir bebeğin oluşumuna sebep olmak olduğunda ilişki sadece sizin özgür ilişkiniz değildir, karar sizin özgür kararınız değildir, beden sizin değildir.
Evlilik yolu ile veya evlilik dışı, 18 yaşında ya da 68 yaşında cinsel ilişkiye girmek sizin hakkınız/tercihiniz olabilir. Ancak dünyaya annesiz, babasız, ailesiz, köksüz bir bebek getirmek sadece sizi ilgilendiren bir hak/tercih değildir. İlişki sizin hakkınız olabilir ve fakat hamile kalmak veya hamile bırakmak sadece sizi ilgilendiren bir hak/tercih değildir.
Yanlış sorulara doğru cevaplar verilemez. Bir şeyin haram ya da helal olup olmadığının merak edilmesini sorguluyor ve hatta olumsuzlanıyor gibi görünmesi inanan bir zihin için kabullenilecek bir şey değildir, bunu anlıyorum. Fakat bu anlayış gösterdiğim şeyin yanında anlaşılmasını da arzu ettiğim şey şu ki, bir şeyin haram olmasının nedeni ve haram bir şeyin işlenmesinin zararı insan ile ilgilidir. Günümüz insanı artık bir şeyin İlahi bir güç tarafından yasaklanmış olması ile ilgilenmiyor. Yasaklanmasının nedenini ve yasaklanan şeyin insana dair zararlarını bilmek istiyor.
Bu nedenle sorulması gereken soru şudur diye düşünüyorum:
Dünyaya gözünü açtığı andan bir yetişkin olana dek bir bebeği/çocuğu anneden-babadan-aileden mahrum bırakmak ve aldığın kararların ağırlığı altında bırakmak hanginize ait bir haktır?
Guncel bur meseleye, bilinen bir çözüm önerisini çarpıcı krlimeler ile ifade etişsiniz. Alile ann baba deyince Aklıma takılan bir sorudan giriş yapacağım belgesel izlerken dikkatimi çeken bir şeyden bahsedeceğim. Insan dışındaki tüm canlılarda erkekler gösterişli ve süslü iken insanlarda dişiler süslenmiştir. Bu ilk insandan gelen bir ozellik midir? Yoksa beşeri sistemlerin bize kurmuş olduğu bir düzenek mi? Ve yazının ana konusunun bu meseleyle bjr ilgisi var mıdır?