Dünya’nın yaşı kaçtır? Kaç güzel güne açmıştır gözlerini, kaç kez acıyla dolmuştur bağrı? Neleri yutmuştur toprak? Bazı acılar vardır yası çok uzun sürer. Nesiller boyunca aktarılır. Öyle yürek yanığıdır ki, doğan bebekler yüreklerinde adını bilmedikleri bir yasla doğarlar. Kara gözlerindeki hüznün nedeni budur belki de. Hüzün o kadar yakışır ki bazı milletlere, kahkahayla güldüklerinde bile gözlerinden birazdan yaş akacak sanırsınız. Sırtında taşıdığı yastandır mutlaka.
Arkadaşım hüznü bir tren yolculuğu anında tanıştığım biri Kolombiya’lı, diğeri Yemen’li iki arkadaşın da gözlerinde gördüm. Konuşacak ne çok acı var diye düşünüp tatlı şeylerden konu açmaya çalıştık.
Hüzün en çok kime yakışır; kahverengi gözlülere mi? Gözünün rengi toprağa çok yakın diye. Hüzün en çok kimin üzerinde antika bir broş gibi durur; babaannemden ona da kendi babaannesinden kalmış denen? Hüzün en çok kime selam verir; köşe kapmaca oynar gibi, en olmadık yerde, bir parkta, bir hastanede? Hüzün en çok ne zaman kokar; bayramlarda mı, sonbaharda mı, evladını koklarken mi, seher vaktinde mi? Hüzün en çok kimin yüreğini sever; mazlumun mu, garibin mi, hastanın mı, yufka yüreklinin mi?
Dünya yeni yaslara gebe, önceki acılarını henüz özgürleştirememişken.
Savaşlar daha bitmedi ama, savaşın çocukları büyüdüler gün yüzü görmeden. Sınırları bazı coğrafyalarda mülteci kampları belirliyor.
Hüseyin susuz kaldı çöllerde diye yas tutarken, şimdi okyanuslarda suların ortasında boğularak ölen, binlerin yası giriyor araya. Kerbela’da susuzluktan ölen çocukların yası henüz bitmemişken, denizlerin karaya vurduğu minik bebeklerin yası dolduruyor ciğerlerimizi.
Hava yine hüzün kokuyor farkında mısınız? Yağmurda yürümek o yüzden güzeldir belki gözyaşlarınız birbirine karışıyor.
Ve bir türkü tutturuyorum.
Tükendi nakd-i ömrüm
Elde sermayem olan bir ah kaldı…
Fotoğraf: Willrad von Doomenstein