Şimdi uzak diyarlardan; asude bir sesin beni çağıracağını söyleseler. Bir elimde annemin benim için hazırladığı azık -sıcak gözleme kokusu- diğer elimde ayran bakracı; başımda şapkam, dizleri yenmiş pantolonumla uzun uzadıya yürüsem, yürüsem…
“Fiziki yorgunluk, mutsuzluğu giderecek en büyük ilaçtır.”
Vakit akşamüstü olsa ansızın. Bir iğde gölgesinde yan yana ve korkusuzca yürüyen karıncaların hareketlerini izlesem. Arkalarında bıraktıkları izlerden gittiğimi, uzaklaştığımı, gözden kaybolduğumu hayal etsem mesela. Bir kahraman gibi ve annemin gurur duyan bakışlarını hak ederek. İçimden bir ses kabarsa birden; şarkılara, türkülere, şiirlere dönüşse. Devrim türkülerine dönüşse. Avaz avaz ve çıktığı kadar avazımın. İçimdekilerin gölgelere nispet bir somutlukta yansımasını görsem ne olur? Sese, soluğa kesse her yanım. Huzura susamak ya da mutluluğun bir insandan uzak ara ayrılması böyle bir şey olsa gerek.
“İçindekiler ne kadar birikmişse, o kadar susmaya alıştırırsın kelimelerini.”
Oysa onlar çıkmak isterler içinden. Sese, soluğa dönüşmek, yürek yangınına, kora, su sesine ve buz kesen bakışlara dönüşmek isterler. Bazen resimlere ve hikayelere. Bir iğde gölgesinde durmaz zaten kelimelerin. Sanırsın ki karşında çok sevdiğin bir çift göz, yahut tüm sevdiklerin üçer beşer veyahut tüm hainliğiyle düşmanların durmaktadır. Söyler de söylersin. Bir operanın librettosu gibi akar içinden kelimelerin. Bir beyaz kuğu halindeki balerinin küçücük tütüsü ve aryalar, kantetler, kuartetler…
“Kimseye ”bir sevdalık kalayım” diye yaklaşmazsın”
Bir yol çizemezsin ve biçilmiş bir kaftan beklemezsin. Ama olur işte. Yüreğinin ateşini ölçenler yanılırlar. Bir canın taşıyabilme kudretini aşmıştır artık. Yangınlar; kelimelerinden birer hale oluşturup çıkmazsa eğer; talan edeceklerdir tüm hücrelerini. Susmaya alışmak o yüzden tehlikeli değil midir zaten? Sustukça; genişler yangın ve kupkuru stepler bırakırlar, kendilerinden geriye. Boşuna canlılık arayışına girersin ondan sonra.
“Her yaz günü, göçmen kuşlar, -çoluk çocuk- ıslak-kuru demeden doluşurlar hayatlarımıza.”
Ne güzeldir onların eşlik ettiği bir mevsimi daha geçirmek. Uzaktan gelmişlerdir, misafirlerdir ve şımarık çocuklar gibi bir -şen şakrak- halleri vardır. İnsanın misafir olası, göçmen olası, dahası “kuş” olası gelir onlar bizimleyken. Şimdi diyebilirsiniz: Bizler de misafir değil miyiz dünyada? Doğrudur, misafiriz. Ama şen şakrak değildir bu misafirlik; öyle ki tüm komşularımızı atasımız gelir yerlerinden, almak için onların yerlerini.
“Ve biter vakit…”
İğde gölgesine anlatmışsındır içinde ne varsa. Bir “stranı” en dramatik şekilde canlandıran dengbejler gibi söylemiş de söylemişsindir. İçinde bir hafifleme, rüzgar sonrası taze bir dal gibi yorgun, ufak adımlarla gelirsin evine. Nur yüzlü bir kadın açar kapıyı. Perçemleri beyazlamış, başörtüsünü arkadan dolamış ve gülerek karşılar seni. Sımsıcak bir anlayış bulursun karşında, ne söylesen açacaktır kucacığını. Dersin ki:
-Anne, şimdilik BARIŞ çoook uzak buralara, ama ben nerde olduğunu çok iyi biliyorum!